2020’nin Şubatından beri bu dünyanın çekmediği acı kalmadı şu koronavirüs belasından.  Yüzbinlerce, milyonlarca insan bu virüse yakalanınca herşey yıkıldı ve dünyalar karardı.  Koronavirüs ta Çin’den ilk yolculuğuna çıktığında bazıları pek ciddiye almamıştı, “bu virüs bütün dünyayı sarar” diye.  Ama gelin görün ki şu mendebur virüs şekil değiştirerek hayatı alt üst etmeye devam ediyor.

            Şimdi de “Omigron” belası geldi...  hani bir zamanlar çocukluğumuzda okuduğumuz çizgi roman vardı ya, “Binbir Surat” diye.  Bu virüs de o binbir surata benzer esasında.

            Bütün bilim adamları birinin hakkından gelmeye çalışırken, bir başka yüz veya bir başka şekil içinde insan hayatını bitirmeye devam ediyor.

            Şu 2021 de acılarla ve ölümlerle geçti...

            2022’nin eşiğine geldiğimiz bu günlerde kimse zannetmesin virüs bu yıl da hayatımızdan çıkıp gidecek.

            En büyük yılbaşı ve hayat hediyesi nedir bilir misiniz?

            EN BÜYÜK HEDİYE AŞILANMAKTIR bana göre.

            Ne tuhaf... Bazı insanlar tutturdular ille de “Ben aşı olmam” diye.  Sonra da virüs hayatlarına girince nedamet duyarlar.  Son pişmanlık para etmez.  Özellikle bazı doktorlar bile aşı olmaktan kaçınıyorlar.  Bu aralar çok sevdiğimiz bir doktor arkadaşımızın da aşı olmaması nedeniyle bu virüsü kapıp şu anda entübe olduğu öğrenilince çok üzüldük.  İnşallah o doktor arkadaşımız kefeni yırtar.

            Bir kaç gün önce de dünyaaca ünlü bir boksör, aşı olmaması nedeniyle hayatını kaybetmiş.  Yıllarca ringerde kroşe atan, yumruğunu savuran ve “Ben benim” diye o sözde kahraman, nasıl da virüse yakalanınca yumruğunu savuramadı şu gizli düşmana!

            Aşı olmamak bir saplantı haline geldi maalesef bu tür insanlarda.  Bu bir korku mu, bir gerilim mi, bir inat mı pek anlayamıyoruz.

            Madem Dünya Sağlık Örgütü tarafından onaylanan aşılar kabul görüyor ve bütün dünya bu aşıların peşinden koşuyor,  neden aşılanmayalım.  Yani aşılanmamak pek de akıl harcı değildir.  Bugüne kadar onaylanmış aşıyı olanlardan hayatını kaybeden öldüğü ne duyuldu, ne de görüldü.

            Hani deriz ya güçlerin karşısında dağlar yıkılır diye...

            Sanki kurgu filmlerine benzedi hayatımız.  Bir bakışta dağların delinmesi, veya acayip labratuvarlarda saçlı sakallı ilginç tiplerin dünyayı mahvedecek virüsü icad etmesi gibi bir görüntü veriyor hayatımız.

            Dedik ya “Binbir Surat” virüs bizimle yaşamaya devam ediyor diye...  Veya bizi öldürüyor, kendisi de yaşamaya devam ediyor, birlim kurgu filmlerindeki acayip düşman gibi.

            Normal hayat maalesef “normalliğini” yitirdi.  Normalleşelim derken anormalleşiyoruz yine.

            Dünya savaşlarında silahlar modernleştikçe, ölümler de çoğalıyor nedense.  Dünya savaşları ve gelişen teknoloji ile beraber insanların sırf güç elde etmek için büyük güçler tarafından öldürülmesi kabul edilen birşey değildir.  Ama gelin görün ki silahlar hergün gelişip, hayatları mahvediyor.

            1940’ların sonlarında Amerika Hiroşima ve Nakazaki’ye iki atom bombası attığında, insan hayatının ne kadar değer kaybettiğini gördü dünya. 

            Atom bombasıymış...  Nükleer silahlarmış...  Uzay stasyonuymuş...  İnsansız  uçaklarmış... Ve dahaları.

            Bütün bunlar niçin yapılıyor?

            Ülkelerin kendileri ile yarışan diğer ülkelere karşı tedbirli olmaları ve kendi varlıklarını sürdürebilmek için.

            Galiba yine o sözcükleri kullanacağım.

            “Dünyada neyi paylaşamıyoruz?”

            Gerçekten anlamak mümkün değil.

            İnsan mantıklı düşününce,  sanırım bir noktaya varabiliyor, insan hayatının değeri anlamında.  Nedir o mantık?

            Bütün insanların kardeş olduğu mantığıdır.

            Hele bir Adem’le Havva’yı düşünün.  Varılan teoriye göre bütün insanlar Adem’le Havva’dan oluşmuş.  Onlar yasak meyvayı yeyince Allah onlara bir ceza vermiş.

            “Siz cinsel ilişkiye girip devamlı çocuk doğuracaksınız.  Sizin çocuklarınız da büyüyünce onlar da çocuk doğuracaklar ve  dünyayı oluşturacaksınız” demiş Allah.

            Şayet bu teoriyi doğru kabul edersek, bütün insanlığın gül gibi geçinmesi gerekirdi.  Ne gül gibi geçinmesi canım?  Herkes birbirine dikenlerini batırıyor.

            Allah insana his verdi. Sevmekle nefret etmeyi öğretti.  Acılarla mutlulukların ne olduğunu anlattı.

            Dünya üzerinde oluşan kabileler, aynı görüşü ve aynı sevgiyi paylaşan insanlar topluluk haline dönüşünce, güçler de gelişti.

            Biz Türkler Havva Ana’ya “Havva” deriz.  Adem Baba’ya da “Adem” deriz.  Halbuki Hristiyanlar Havva Ana’ya “Eve”, Adem Baba’ya da “Aden” derler.  Yani bu da neyi gösteriyor?  Dinlar karmaşasında tek yolun Allah yolu olduğunu.

            Yani diyeceğim şudur değerli dostlarım.

            Yaşarken birbirinizi seviniz, birbirinizi kucaklayınız ve hep yapıcı olunuz.  Sağlığınızı ve mutluluğunuzu koruyuruz.  Çünkü bir kere daha bu dünyaya dönmeyecek ve sonsuzluğun o boşluyunda kaybolacaksınız.

            Kısacası iyi olana hergün yılbaşı...  Nice mutlu yıllara.