Bugün 8 Mart Dünya Kadınlar Günü...  Böyle bir günün insan hayatına girmesi ve bu tarihle birlikte bütün insanlığa güçlü bir mesaj verilmesi, genel anlamda bütün dünya üzerinde kadınlara uygulanan şiddetİ hatırlatmaktadır.  Bir diğer deyişle “Kadına gereken değerin verilmemesidir” de diyabiliriz.
Çağlardan beri süregelen kadının ikinci plana itilmesi ve gereken değerin verilmemesi, öyle bir zaman gelince işte böyle “kadına şiddet uygulanmamasını ve gereken değerin verilmesini” hatırlatıyor 8 Mart.
Bazen şöyle düşünür insanlar:
“Kadına uygulanan şiddet ve değer verilmemesi, geri kalmışlıkla bağlantılı mı?”
Gerçekte geri kalmışlık kültürel ve ataerkil bir yapı içindeki yaşam, kadına şiddeti tetikliyor.  Özellikle kırsal yörelerde, doğu insanında olduğu gibi pek çok müslüman ülkesinde kadına uygulanan şiddetin daha yüksek olduğunu düşündürüyor ayrıca.
Bu bağlamda doğunun körelmişliğinde, batının uyuşturucu batağında yüzüşünde, iki farklı durum çıkıyor ortaya.
Şöyle bir bakıyoruz...
Batı insanlarının, özellikle uyuşturucu batağında yüzen batı gençlerinin, hatta evli çiftlerin hayatlarındaki pek çok olumsuzluk, kadına uygulanan şiddeti ve cinayetleri de açığa vuruyor.
Bana göre batı dünyasında kadına uygulanan şiddet, daha bir acımasız ve daha bir sadistçedir, diye düşünüyorum.
Doğunun katı İslam kuralları kadının yaşam hakkını bile elinden alırcasına bir durumdur bence.
Sanırım pek çoğumuz hatırlayacaktır o filmi...
“Kızım Olmadan Asla” fllmi...
Şayet o filmi izlemişseniz veya Amerika’da doktorluk  yaparken seviştiği bir Amerikalı güzel hemşire ile evlilik yapıp, o evlilikten bir kızı olan bir İranlı doktorun İran’daki ailesini görmeye gitmesi ve ardından eşi ile kızını da oraya aldırması, çok büyük dramatik durumu da beraberinde getirdi.
Amerika’da ailesi ile çok büyük bir mutluluk yaşayan bu doktor, nasıl da değişmiş İran’a gidince.  Aile baskısı, Amerikalı eşinin ve kızının örtünme baskıları ve tabii ki, Arapların “çador” dedikleri kara çarşaf ve çarşaf önündeki peçeleri, o Arap dünyasının sıcağına rağmen işkence dolu bir hayat, insanlara utanç verecek boyuttaydı.
Bunu neden anlatıyor veya misal veriyorum?
Veriyorum, çünkü doğu ile batı kültüründe kadının nasıl iki fotoğraf karesinde bir yaşam sürdüğünü sermek istedim gözler önüne.
O Amerikalı kadın İran’dan Amerika’ye dönmek isteyince eşi kendisine şöyle der:
“Senin gitmene izin veririm ama, kızımı götüremezsin.”
O zaman o Amerikalı kadın kendisine şu cevabı verir:
“Kızım olmadan asla!”
İşte bu çatışmadan sonra baskıların artması, Amerikalı hemşireyi başka yol aramaya yöneltir.   İran’da kendisine sahip çıkan, yıllarca Amerika’da yaşamış bir iş adamı kadını ve kızını Türkiye sınırından kaçırma şansını verir kendisine.
Ve Türk sınırından geçip Ankara’daki Amerikan Elçiliğine sığınınca, kadınla kızı kurtulmuş olurlar.
İşte o bağlamda kadına gereken değerin özellikle şu 20. Yüzyılda verilmemesi acı değil mi?
Bir diğer deyişle, kültürel ve yaşamsal çatışmalar, herşeyi kadının başına yığıyor maalesef.
Demek 8 Mart’ın dünya kadınınına “Gereken değeri veriniz” mesajı verdiği gündür.
Bazen televizyonda çok muhabbetli İngiliz veya Amerikalı ailelerin sevgi dolu filmlerini izlerim, hem de çok büyük bir zevkle.  Erkeğin elinde çiçekle evine gelmesi, eşin dudaklarından öpmesi, çoluk çocukla birlikte sofraya oturmaları ve bir pikniğe gitmeleri, o ailedeki “sağlıklı mutluluğu” sergileyen görüntülerdir.
Herkesin görmek istediği tablo o değil mi?
Kısacası söylemek istediğim şudur, değerli okurlarım.  Hayat müşterektir ve yaşam, ne kadınsız, ne de erkeksiz olur.  O bağlamda bu düşünceler içinde her erkek kendi kadınına saygıda kusur etmemesi gerektiği gibi, saygı ve sevgide de kusur etmemesi gerektiğini de gerektirir.
Bütün kadınlara sevgi ve saygılar.