“Kanlı Noel” kelimeciklerini kaç bin kere kullandık hayatımızda?   Klişeleşmiş bir ifade olsa da o klişeleşmiş ifadenin içindeki derin acılar ve yokluklar hiçbir zaman unutulmadı ve sızıları da dinmedi.

Bundan tam 55 yıl önceydi...

Rumların silahlı eylemleri tam 55 yıl önce, 21 Aralık 1963 tarihinde başlamış ve o eylemler, değişik tür ve şekilde devam etmiştir.  Nereye kadar?

20 Temmuz 1974’e kadar...

Makarios’un Kıbrıs Anayasası’nın maddelerinin değiştirme girişim ve tezatları ile başlayan operasyonu ondan sonra hiç durmadı.  Kilisede verdiği vaazlar, tümden “ENOSİS” üzerineydi.  Vaaz kürsüsüne çıktığında “Kıbrıs’la anavatanımız Yunanistan’ın artık birleşme zamanı geldi de geçti” diyordu Makarios.

Zaman zaman tarih sorgular...

“Makarios madem silahlı eyleme başlayacak ve Türkleri Kıbrıs Cumhuriyeti haklarından yoksun bırakacaktı, neden Londra ve Zürih Anlaşmalarına imza attı?”

Gerçekten bunun sorgulamasını yaptı mı Rumlar ve Yunanlılar?  Yaptılar ama yapmadılar esasında.  Hep hayaller içinde yüzdüler ve Türkiye’yi hafife aldılar.

21 Aralık 1963 gecesi eğlenceden dönen bir Türk çiftini kurşunlayarak öldürdüler.  O çiftin öldürülmesi olayı, fitilin tutuşması gibiydi.  Sonra ardı arkası kesilmedi olayların.

Küçükkaymaklı cayır cayır yanıyordu.  Ayvasıl ve Asozemono köylerinde katliam yapmışlardı.  Sonra da Kumsal baskını düzenlenmişti.  O baskında Kıbrıs Türk Alayı doktoru Binbaşı Nihat İlhan’ın eşi Mürüvvet Hanım’la üç çocuğu banyo küvetinde EOKA’cılar tarafından canice kurşunlanarak öldürülmüşlerdi.  O olay, tarihine “Kumsal Katliamı” olarak geçti.

Artık “Kıbrıs Cumhuriyeti” diye birşey kalmamıştı.  Rumlara göre var olan ama gerçekte varlığı ortadan kalkan bir oluşumdu Kıbrıs Cumhuriyeti.  Tek bir Türk memur işine gücüne gidemez olmuştu.  Hatta eski günleri zanneden veya Rumları hala dost zanneden bazı Türk memurlar işlerine gittiler ama bir kere daha dönmediler.

Binlerce kardeşimiz Küçükkaymaklı’daki evlerine dönememişler ve aylarca sinema, okul ve ambarlarda sabahlamışlardı. Kaldı ki öyle bir soğuk havada insan evinde bile ısınamazdı.  Gerçekten o günler zor günledi.

Hep o zor günlerde sorgulamışızdır, “Türkiye neden adaya askeri müdahalede bulunmaz” diye.

Yıllar sonra bunun muhasebesini yaptığımızda anlamıştık Türkiye’nin anlaşmalardan doğan hakkını neden kullanmadığını.  Bütün mesele Türkiye’nin Kıbrıs’a askeri müdahale ve operasyon yapacak donanıma sahip olmadığıydı.  O nedenle değil miydi ki Rumlar bu durumun farkına varmışlar ve bütün bölgelerde silahlı eylemlerine devam etmişlerdi.  Sadece Türk uçakları Erenköy’de ölümle yüzyüze kalan 400 üniversite öğrencisi gençlerimizi kurtarmak için Grivas’ın katiller ordusunu yerle bir etmişti.

Nitekim bu 11 yıllık süreci acılarla ve yokluklarla geçirdik.  Hatta kahırlarla geçirdik diyebilirim.

Takvim 15 Temmuz 1974’ü gösterdiğinde Rumların güçleri ve siyasi dengeleri bozulmuş ve EOKA “A” ve EOKA “B” diye ikiye bölünmüştü.  O bölünmenin kökünde Makarios’un Yunan juntası ile ters düşmesi yatardı.  15 Temmuz 1974 sabahı Rumun Rumu vurduğu bir sabahtı.  Binlerce Rum, o çatışmada ölmüştü.  Azılı katil Nikos Samson sırf ENOSİS’i ilan etmek ve Kıbrıs’ı Yunanistan’la birleştirmek için Yunan Juntası’nın işareti ile Makarios’a darbe düzenlemiş ama başarılı olamamıştı.

Bu kez takvim 20 Temmuz 1974 tarihini gösteriyordu.  Ve artık Türkiye o eski Türkiye değildi.  Devasa bir Türkiye vardı dünyanın önünde.  Savaş sanayiini geliştirmiş, silah ve çıkarma gemileri imalatına girişmişti.  Ama hala Rumlar bize “Bekledim de gelmedin” şarkısını çalıyorlardı.

Herşeye rağmen Rumların içinde bir korku ve şüphe vardı.

“Ya bir gün Türk askeri çıkıp gelirse...”

Evet Türk askeri çıkıp geldi ve bu kez bizim BRT, “Bir gece ansızın gelebilirim” şarkısını çalmaya başlamıştı.

Nitekim bir gece, sabaha karşı çıkarma gemileri ile Türk askeri Kıbrıs’a çıkarma yapmıştı.  Türk askerinin gelişi, “ENOSİS öyle yapılmaz böyle yapılır” dercesine bir operasyonu anlatıyordu sanki. Herhalde o korku ile Rumlar bütün sahllere, özellikle kuzey sahillerine kalın betondan mevziler yapmışlardı, olası bir çıkarmaya karşı.

Yıllarca meydanlarda “TAKSİM” çığlıkları attığımız o öğrenci yıllarımızın ideali gerçekleşiyordu.

Artık ada taksim edilmişti.   Biz Türklerin en büyük kazancı, kuzeyde bir vatana ve özgürlüğümüze sahip olmamızdır. Ve dolayısı ile KKTC’yi kurmamız ve bir devlet olma erkini kazanmamızdır.

O günden beri rahat uyku uyuyabiliyor muyuz? Elbette uyuyabiliyoruz Mehmetçik sayesinde.

Tam 55 yıl öncesinin acılarını unutmadık deme ihtiyacı duyduğumuzu da ifade etmek durumundayız.

Özgürlük gibi var mı?