Gençliğimde “halftime” söylemlerini çok duymuştum.

Gençler birşeyler görebilmek, yaşı 19’in üstünde olan ve cebinde biraz harçlığı bulunanlar da, oraya birşeyler tatmak için giderlerdi.

 

Ne de olsa bakmak beleş, tatmak parayladı!

Nedeni ne olursa olsun, havada hep “halftime” sözcükleri uçuşur, herkes sabırla sıranın kendisine geleceği anı beklerdi.

 

Efendim, kanımca, genelev kapılarında beklemeşmekle, siyasetle “sıra beklemek” arasında inanılmaz bir benzerlik var, gibime geliyor.

 

İkisinde de bekleyenlerin amacı büyük bir haza doymak. Ne var ki, ülkemiz siyasetçileri hiç beklemeye hazır değil. Onlar, seçim sonuçları ne olursa olsun hemen kuyruğa girmek, daha doğrusu içeri girmek istiyorlar.

 

Zaten o nedenle partiler arası transferler oluyor.

Ve gene o nedenle, halkın siyasetçilere saygısı her geçen gün biraz daha azalıyor.

 

 

***

Hepimizin gözleri önünde yaşandı Sayın Özgüngün’ün yeniden umut olarak siyaset sahnesine çıkması.

Gerçi ilk genel başkanlığında da umudun “U”su bile olamamıştı; ama “İrsen Feleketi”nden sonra o gene umut olmayı başarmıştı.

Özgürgün yeniden parti genel başkanı olunca, UBP’nin iktidara giden yolu kendiliğinden açılacaktı.

 

Peki, açıldı mı?

Gazete haberlerine göre, İrsen Küçük’ün, üç kağıt ve tırtıklama politikalarına hiç ses çıkartmayan, şimdi ne hakla ve ne yüzle UBP iktidar olabileceğinden söz edebiliyor?

Dün, partilerinin iktidar nimetlerini paylaştığı günlerde, hakksız kazançlara  ses çıkartmayanlar, bugün hangi halkla adil ve demokratik bir düzenin savunuculuğunu yapabiliyor?

 

***

 

Efendim sol’un kendine özgü bir acendası olabilir.

 

Peki, Kıbrıs Türk Sağı’nı soldan ayrıştıran ne var?

Biliyorum, Asım Akansoy Troslar’dan gelen su ile münasip yerini yıkamayacakmış. Çünkü o ve CTP’nin Türkiye’den gelmekte olan suya karşı olduğunu meclis tutanaklarında yazılı.

Zaten, dünkü intenet sitelerinde de Rum Gizli Servisi’nin Türkiye’den gelen suya kesinlikle karşı olduğu haberleri yer alıyordu. Ne dersiniz; ne büyük tesadüf, değil mi?

 

Zaten, oynanan oyun bu kadar ayağa düşmüşken, kimin aklına bir başka şey gelebilir ki?

Ancak Hüseyin Özgürgün’ün UBP’sinin de gelecek suyu nasıl ve ne şekilde kullanacaklarına ilişkin hiçbir hazırlanmış ciddi çalışmalar olmadığı inancındayım.

 

CTP suyu kullanmayacak; peki UBP gelecek suyu nasıl bölüşecek? Suyun metreküpü kaç liraya satılacak? Yüzme havuzlarına da su aynı paraya mı verilecek?

 

Sulu ziraatte hangi ürünler üretilebilecek?

 

Sulu ziraatte yılda kaç kez ürün alınacak?

 

Başka başka köylerde de çilek ekimine gidilirse, Yeşilırmak köylüsü ne yapacak?

 

Acaba Yeşilirmaklılar kendilerini farklı bir sulu ziraat  yapmaya hazırladı mı?

 

Yoksa, Yeşilırmak köylüsü, 19. yy. da fabrikalara karşı isyan bayrağı açan İngltere’nin tekstil işçileri gibi, isyanları mı oynayacak?

 

Acaba sulu ziraatle birlikte artan ürün rekoltesi bizi konserve üretimine mi zorlayacak?

Sorular çok. Ama gözümüzün önünde 75 milyon metreküp suyun çeşmelerimizden akmasına aylar kala anamuhalefet partisinde            “tık” yok. Hoş iktidar partisinde de hiçbir hazırlık yok; ama onlar zaten suyu istemiyorlar.

 

***

 

Kim ne derse desin, bizim delikanlı yarı zamanlı milletvekili ve parti genel başkanı, öteki yarı zamanda ise uzakta bir yerde, bitmeyen bir balayı yaşarken, kimse CTP’yi yerinden kımıldatamaz.

 

Mayıs, bilemedin Haziran ayında referanduma gidilecekse, partiler pek pozisyonlarını değiştirmezler, gibime geliyor. Bunun tek ististası olabilir; o da görüşme sürecinin, Türkiye’nin savunamayacağı bir noktaya gelmesidir, diye düşünüyorum.

 

O günlere daha çok var. O nedenle anamuhalefet, gaflet uykusuna devam edebilir. Ama onları “halvtime” için bile uyandırmayalım; keyifleri yerinde.

 

Efendim, saygılarımla!..