Bir gün bu toprakların bakir kalmayacağını düşündünüz mü?  Bakirlik nedir?

                Temizlik ve doğrulu, düsürtlük, bütün kötülüklerden arındırılmak, saflık ve ard düşüncesizlik değil mi bakirlik?

                O anlamda bugün yaşadıklarımız bu topraklar artık bakir değildir.  Kozmopolit bir kara parçası olduk Akdeniz’in berraklığında ve saflığında.

                Geçen hafta Pakistanlı katiller tarafından kruşunlanarak katledilen dövizci genç işletmeci Gökhan Naim cinayeti söylettiriyor bize bu sözleri.

                Sanki Kenya’nın bütün zencileri, Pakistan’ın bütün üç kağıtçıları ve çıkarcıları bu küçücük ülkemize akın ettiler ve sokakları, evleri, kahveleri ve daha nice kamu mekanlarını işgal ettiler.

                Genel anlamda bütün zencileri ve bütün Pakistanlıları bir araya getirseniz, teker teker onların ne iş yaptıklarını sorsanız, hemen hemen tümünün veya çok azının ensemizde sülük gibi kanımızı emen, masum insanlarımızı öldüren veya pek çok hırsızlıklara ve ırza geçmelere neden olduklarını öğrenmiş olacaksınız.

                Gökhan Naim cinayetinde ilk fısıltı, “Gökhan Naim’i Pakistanlılar öldürdü” sözleriydi.  Nitekim zanlılardan birikaçı Maraş’ta bir evde yakalandı ve bazı şeyleri itiraf etti.  O itirafının bir kısmı doğru çıktı verilen haberlere göre.  Henüz öteki kısmı, yani buzulun su altındaki kısmı bir esrar perdesinin arkasında.  Ya suyun altındaki buz kitlesi?

                Para yeniden kazanılır ama hayat yeniden kazanılmaz maalesef.  Cinayet durumlarında ölenin yanına kalır herşey ve arkasında kalanlar acıları ile yaşarlar.

                Gökhan cinayetinde Polisimizin mutlaka ama mutlaka katilleri yakalayacağını veya en azından bir ip ucuna ulaşacağını birkaç gün önceki yazımda dile getirmiştim.  Nitekim polisimiz, kendisine ulaşan ihbarları değerlendirerek, Maraşta arkadaşlarının evinde saklanan katillerden birini kıskıvrak yakaladı.  O katil de bazı şeyleri deşifre etti.

                “Ben, cöviz bürosunun önünde gözcülük yaptım, kiralık arabayı da ben kiraladım” derken, bu katilin ille de kurşunu sıkan elin sahibi olmasını gerektirmediğini düşünebiliriz.  Ötekiler bütün paralarla Rum tarafına kaçmışlar.  Yani bunlar bir ekipti.

                Polis er veya geç bu gerçeği de su yüzüne çıkaracaktır.  Belki de diğer katiller, Rum tarafından uçağa binip Pakistan’a uçmuşlardır.

                Bu durumlarda İnterpol’ün devreye girmesi gerektiğini düşünüyorum.  Ayrıca Rum polisi ile Türk polisinin işbirliği yapmaları da kaçınılmazdır.  Bugün bizim başımıza geliyor böyle çirkin olaylar, yarın Rumların başına gelebilir.  O nedenle Rum polisinin güneye kaçan diğer katilleri Türk tarafına teslim etmesi gerekir diye de düşünüyorum.

                İşte o anlamda bu toprakların bakir kalmadığına vurgu yapıyorum.

                Her elini kolunu sallayan bu ülkeye nasıl giriyorsa, bunun da bedelini ödemekle karşı karşıya kalıyoruz.  Şu zenciler, şu Pakistanlı veya üçüncü uyruklu kişilere, kendi memleketinde bir baltaya sap olamayanlara gümrük kapılarında soruluyor mu “Ülkemize kaç parayla giriş yapıyorsunuz?” diye.  Bence sorulmaz.  Zaten adam bu ülkeye hırsızlık veya cinayet işlemek için gelmiş...

                Gümrük kapılarındaki kontrolsuzluk, daha nice cinayetleri ve hırsızlıkları da beraberinde getiriyor.

                Peki...

                O buzulun altındaki kitle ne kadardır ve neyi temsil ediyor?

                Bu cinayetin gün ışığına çıkması bir yana, Pakistanlıları bu cinayete azmettirenler kimlerdir?  Bu Pakistanlıların kendi memleketlerindeki hayatları neydi?  Açlıktan ağızları kokan bu insanlar bir umut yakalamak için şu bizim bakir ülkemize gelerek memleketi ve hayatımızı karartıyorlar.  Adam düşünür,“Ben zaten dünyaya aç gelmişim, fakirlikle cebelleşmişim.  Şayet bir sırsat yakalar ve kendi kurtaracak bir olay yaşarsam, o olayı da gözüm kapalı yaşarım” anlayışına sahiptirler.  Tabii ki kendi namusu ile yaşayan çok sayıda Pakistanlı’nın da var olduğunu teslim etmek lazım.  Hani kurunun yanında yaş da yanar derler ya...  İşte bundan sonra hangimiz o Pakistanlılara kötümser bakmayacağız ki...

                Keşke diyorum...

                Keşke kırk elli yıl öncesinin bakirliği devam etseydi bu topraklarda.  O düşünce maalesef hayallerde ve anılarda kaldı.  Eskiden kapımızı penceremizi ve arabamızı açık bırakır, öyle uyurduk.  Ama şimdi, durum hiç de öyle değil.  Kapılarımıza çifte kilit vuruyoruz, hırsızlara ve katillere karşı.

                Daha ne diyelim ki?   Bakir ve tertemiz düşüncelerle, bakir topraklara geri dönme hayallerimiz artık yok...