Günlerden beri çalkalanan ”Bir Zamanlar Kıbrıs” dizisinin gala gecesi nihayet evvelki akşam yapıldı.  Bizler de televizyondan izledik...

            Esasında içimde çok büyük bir endişe vardı, dizinin gerçekler dışında çekimi olur mu diye...  Belli ki üzerinde çok çalışılmış ve dizinin gerçekçiliğine büyük katkı konmuş.

            Yapmış olduğum araştırmadan şunu öğrendim.

            Kıbrıs gerçeklerini yaşamış bazı insanlar diziyi görmemekte ısrarlı olmuşlar, sırf canları sıkılmasın diye.  Haklıdırlar da...  Dizi yayına girmeden o kadar çok şey söylenmiş ve o kadar çok şey yazılmış ki...

            Dizinin ilk çekimlerinde beni etkileyen en önemli sahnelerin, Rumların baskın ve katliamları oldu, ki bütün bunlar gerçekti.  Görsel anlamda izleyenlerin etkilendiğini söyleyebilirim.  Gelen hafta dizi nasıl yol alacak, onu da merak ediyorum doğrusu.

            Yayınlanan dizide gözlemlediğim birkaç hususa temas etme ihtiyacı duyuyorum.  Mesela Kıbrıs olaylarının başlangıcını 21 Aralık 1963’ten itibaren yaptılar.  Mücahitlerin silahlanması ve örgütlenmesi dizide verilse de, toprak altına gömdükleri silahların olay gününde yer altından çıkarılma sahnelerini doğrusu beklerdim.  Bir de şu takıldı kafama...

            Olayların başlamasında en büyük sıkıntıyı hiç şüphe yok ki Dr. Küçük çekmişti.  Çarpışmaların ilk günlerinde Denktaş adadaydı ve çok kısa bir süre sonra Osman Örek’le, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin 4 Mart 1964 tarihli oturumuna katılmış ve Denktaş o oturumda yapmış olduğu ünlü konuşması ile Makarios tarafından “istenmeyen adam” ilan edilmiş ve tam dört buçuk yıl kendi ülkesine dönememiştir.

            Bence onun gaybubetinde Dr. Küçük’ün acıları ve açmazları diziye yansımalıydı diye düşünüyorum.   Makarios Grivas’la konuşmasında “Türkler Anayasa maddelerinin değişmesine onay vermediler” sözlerini, şöyle vermeliydi:

            “Dr. Küçük Anayasa değişikliğine onay vermedi.”

            Mesela Rumların yakmış oldukları semti, Tahtakale olarak verdiler.  Tahtakalede çok az Türk vardı ve onlar da can korkusu ile Türklerin yoğun olduğu semtlere sığınmışlardı.  Olayların başlangıcı Tahtakale’de iki Türkün öldürülmesi ile başlasa da, ateşe verilen Türk bölgeler ve evler, bence Küçükkaymaklı’da olmalıydı.  Çünkü Küçükkaymaklı ile beraber bir de Kumsal baskını olmuş ve Dr. Binbaşı İlhan’ın eşi ve çocuklarının banyo küvetinde katledilişleri var.

            Şillura ve Ayvasıl katliamları o dönemin yakın tarihinde gerçekleşir.  Sokaklardan toplanan masum Türkler ve 50 yıl sonra ulaşılan kemikleri var.

            Herhalde senarist bütün bunları dikkate alacaktır.

            Dizinin çekim öncesinde Dr. Küçük Vakfı olarak görüş ve endişelerimizi dile getirmiştik.  O endişeler eleştirel anlamda değil, hata yapılmasını önlemek anlamındaydı.  Ben buradan yine dizinin yapımcılarına sesleniyorum.

            “Lütfen kafanızda beliren soruları bizlere veya acıları yaşamış insanlara sorunuz, ki hata yapılmasın.”

            Velhasıl şimdilik dizinin temposu ve heyecanı çok yüksek.  Önemli olan gerçekler ve inandırıcılıktır.  Dramatik unsurlarla beslenen dizinin bundan sonraki çekimlerinin daha başarılı olmasıdır.  Haliyle çatışmalarının da yüksek olması gerekir diye düşünüyorum.

            Yine de bu dizinin çekimi için büyük uğraşlar veren başta TRT olmak üzere, bütün sanatçı ve çekim ekibine yürekten teşekkür eder, onları kutlarım. Dizinin Cenevre’de yapılacak 5+1 görüşmeleri öncesi yayınlanması, çok iyi oldu.  Bütün dünya görmelidir Kıbrıs Türkü’nün yaşadığı acıları, çektikeri sıkıntıları ve akan kanı.  Daha da önelisi, Rumların değişmez ve katil tutumlarının gözler önüne serilmesidir.

            Genel anlamda dizi çok başarılıdır...