Maşallahları var,  Gıbrızlı siyasi liderler pales pandıres New York’a taşındılar yine. Başka  bir gezegene gidecekmiş ve oralarda da çok ama çok etkili “sihirler”le Kıbrıs’ta yapılamayanlar yapılabilirmiş gibi izlenimler de yaratmaya çalışarak. New York seferlernin Gıbrızlılara kaça mal olduğunu düşünürsek, tabii ki hepimizin de ağzına birer parmak bal çalacaklardı liderler. Afiyet olsun.

New York’ta her yıl Sonbahar başlarında yapılan Genel Kurul toplantıları vesilesiyle, tekrarlanan senaryoları yeniden yaşayacağız, kaçış da yok.

Özellikle kurnazca kurdukları taktikleri gereği, “bıraktığımız yerden yeniden başlayalım” teraneleriyle yollara düşen Rum toplumlu devletin cumhurbaşkanı Anastasiades ve O’nun hıh deyicisi Hristodoulides, 50 yıldır oynanmakta olan bu tiyatronun sonuna gelinmediyse bile, yeni sahnenin başlayacağı zamanının geldiğini öğrenerek döneceklerdir Kıbrıs’a.

Kıbrıslı Türk Cumhurbaşkanı Akıncı dün adadan ayrılmadan önce yaptığı basın açıklamasında, Rum tarafının yetkiyi ve refahı Kıbrıslı Türklerle paylaşmayı henüz içlerine sindiremediklerini özellikle söyledi.

Zaten sindirmiş olsalardı, işler Crans Montana’da çoktan biter Kıbrıs sorunu mühürlenirdi. Crans Montana’da masayı deviren lider, hiç başka işi yokmuş gibi Kıbrıs’a döner dönmez, ortak komitelerin çalışmalarını askıya aldı. AB’nin Kıbrıs Türk İdaresi ile yürütmekte olduğu yasal mevzuatla ilgili uyum çalışmalarını durdurdu. Akıncı’nın AB nezdindeki protestoları da bir işe yaramadı.

Kuzey ve Güney Kıbrıs arasında cep telefonu sistemlerinin kurulmasını önlemekte olan, elektrik sistemlerindin bağlanmasında da ayak sürüyen, okulların öğretmen ve öğrenciler olarak karşılıklı ziyaretlerini önleyen, güney Kıbrıs Rum toplumlu devleti lideri Anastasiades, ta uzaklara gidip işgal edeceği kürsülerde aralarında Kıbrısın haritadaki yerini bilmeyenler de olan dinleyicilerine “masallar” okuyup gelecek. Kendinden önceki Rum liderlerin yapmış oldukları gibi. Ya sonrası. Sonrası yok. Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin 5 daimi üyelerinin yakın onaylarıyla, Kıbrıs’taki statüko deva edip gidecek; ama onlar “adadaki statüko sürdürülemez” diye kararlar almaya devam edecekler.

Neyse ki, adada iki toplum arasında ne siyasal bir birleşme de de siyasal tam bir boşanma üzerinde bir antlaşma yapılamamış olması, adanın etrafındaki denizlerinde; karasularında, kıta sahanlığında ve münhasır ekonomik bölgelerinde her iki toplumun da eşit olarak kaynakları araştırma, bulma ve çıkarma hakları vardır.

Kıbrıs Rum toplumunun başındaki çalınmış “Kıbrıs cumhuriyeti” şapkasıyla ve “egemenlik” türküleri söyleyerek, Akdeniz’de Kıbrıslı Türkleri ve Türkiye’nin meşru ve yasal haklarını çiğnemesi mümkün değildir.

Rum tarafı, yeni olası bir antlaşmada “sıfır asker, sıfır garanti” sloganını icat etti. Neden? Çünkü hala AB üyesi olmalarına rağmen 1960 garanti ve ittifak antlaşmaları geçerlidir. Kıbrıs Cumhuriyeti, 2004 yılında, AB’ne, bu antlaşmalarla girdi. Lodra ve Zürih antlaşmalarıya girdi. Ve bu antlaşmalar altında  Kıbrıs Türk Toplumu siyasal eşit bir varlık ve eşit bir siyasal irade olarak tüm ortaklık haklarıyla bu adada vardır. Bir yere de girmiş değildir.

Kıbrıs Türklerinin çalınmış devletsel haklarının üzerine oturarak dış devletlerle bu hakları peşkeş çekerek yol alınamayacağını, adadaşlarımız yakında anlayacaklardır.

Ellerinden gelse, Türkiye dışındaki tüm dünya devletlerine, denizlerde parsel, adada deniz ve askeri üsler vererek, ortalığı karıştırarak, zorla ve cepren bir “Yunan Kıbrıs” yaratacaklardır.

Güney Kıbrıs’ta sağduyuya sahip, sağlıklı düşünebilen insanlar vardır mutlaka. Son 55 yıldır adalıların hep beraber neler yaşadıklarını bilen hatırlayan insanlar da vardır.

Hala daha dogmatik düşünce dehlizlerindeki Rum Ortodoks kilisesinin hayalleriyle eğitim sistemlerini yoğuranlar, çocuklarının ve gençlerinin kafalarına eğitim diye, tarihi gerçeklerden kopuk rüyalar yerleştirenleri, bu yollarından geri döndürecek bir insan potansiyeli oluşur mu güney Kıbrıs’ta.? Göreceğiz.

Üzülerek de belirtmeliyim ki, İki toplumun aydın, uzlaşmacı ve barışçı insanlarının ortaklaşa hazırladıkları, Kıbrıs siyasal terminolojisinde ortak bir barış dili yaratmayı hedefleyen basit bir sözlükçeyi bile hazmedemeyen, Anastasiades ve Histodolulides’le karşı karşıyayız.

New York öncesi de sonrası da ne olabilir ki böyle liderlerle, böyle insanlarla?

Kıbrıs sorunu, 55 yıllık geçmiş süre içerisinde, 50 yıldır devam eden görüşmelere rağmen, kendine özgü bir gerçekler ya da reel politik çizgide gelişerek, özellikle de 2004 AB üyeliğinden sonra tamamen, uluslararası bir işletmeye dönüştürülmüştür.

Bu işletmede şu veya bu şekilde hisse veya senet (bono) sahibi olan resmi ve tüzel kişiler, bırakın Kıbrıs sorununu çözmeyi bu “sorunu” uluslararası Kıbrıs sorunu işletmeleri’ne dönüştürmüştür. Sahip olunan bu hisselerle, siyasal ve ekonomik kazançlar ve kozlar artırılmak istenmiş, bugün bu eylemler daha da netlik ve saydamlık kazanarak apaçık bir şekilde adanın denizlerine yayılmıştır.

Bundan sonrası, Kıbrıs sorununu çözmek değil bu sorunu en karlı bir şekilde yönetmek ve yönlendirmekle ilgilidir. Kıbrıs sorunu hisselerini bugünlerde New York siyasal ve finansal borsalarında yakından takip edin derim.

Tüm bu söylediklerimde yüzde yüz yanılmış olmayı ve en kısa zamanda sizlerden özür dilemeyi ümit ederek noktayı koyuyorum; koydum.