KKTC’nin Erken Genel Seçimleri bitti, şimdi sıra Rum tarafının başkanlık seçimlerinin sonuçlarına geldi.

                Öyle görülüyor ki, Kıbrıs sorunu yeniden bu masaya gelecek.  Gelecek gelmesine de yine aynı pilavı mı yiyeceğiz, onu merak ediyorum doğrusu.  Kıbrıs sorunu altmış yaşına yaklaşırken, artık BM Genel Sekreteri de, Avrupa Birliği de şapkalarını önlerine koyup şu soruyu kendilerine sormalıdırlar.

                “Şu Kıbrıs meselesi neden bir türlü bitmiyor?  Hata bu işin neresinde?  Hatayı telafi etmenin yolları nedir?

                Şu iki satırlık sorular manzumesi için gerçek bunlarda gizlidir.  Şayet bu soruları sorarak ve hiçbir etkide kalmayarak gereçek bulunur esasında.

                Ne halse bütün o büyük güçler, hep Türkleri suçlu bulurlar Kıbrıs sorununda.  Veya ona doğru bir temayül gösterirler.

                Bir defa gerçeği bulmak için kimse “aman şunu veya bunu gündirmeyelim” felsefe ve düşüncesini kafalarından atmadan bu iş çözüme doğru yol almaz.  Veya ülkesel çıkarları ön plana çıkarsa, yine çözümlenmez Kıbrıs sorunu.

                Evvela o sorgulamanın birinci cevabı, Rumların kurulmuş “Kıbrıs Cumhuriyeti”nin tümüne sahip olma ve neticede Kıbrıs’ı Yunanistan’a ilhak etme hayalleri olmasaydı, 21 Aralık 1963 tarihinde silahlı çatışmaya girmezler ve yüzlerce Türkü gettolara kapatmasalardı Kıbrıs gerçek anlamda mutlu bir ülke olurdu.  O mutluluğun kökünde, ENOSİS hayalleri olmadığı sürece o mutluluk yakalanabilir esasında.

                Evvela birinci hatayı BM Güvenlik Konseyi 14 Mart 1964 kararını almakla ve “Kıbrıs Cumhuriyeti”nin varlığını ve sürekliliğini tescil ederek yapmıştır.  O karar orada durduğu sürece, Kıbrıs sorunu sonsuza kadar sürüp gider.

                Bu birinci sorunun yanıtıdır.

                İkinci sorunun cevabına gelelim...

                Londra ve Zürih Anlaşmaları garantör devletlere hangi hakları vermiştir?

                Makarios’un ve hempalarının ENOSİS çığlıkları 15 Temmuz 1974 darbesine kadar sürdü gitti.  O süre sarfında göçmen Türkler, bütün insani hakları elinden alınmış bir vaziyette hayatta kalma mücadelesi verdi ve kimse o zavallı insanları acılarını görmedi, duymadı.

                Londra ve Zürih Anlaşmaları, olası bir durumda ve mecburiyet tahtinde adaya müdahale hakkını verir.

                Yunanistan da, Türkiye ve İngiltere de bu hakka sahiptirler.  Lakin burada bir ayrıntı var.

                Yunanistan 1963’le 1974 tarihleri arasında adaya gizlice Yunan askerlerini yığmış  ve silahlarla donatmıştı.  Yani Yunanlılar gizlice adayı işgal etmiş oldular bir yerde.  Bu durumu 1967 Köfünye çatışmalarında gördük.  Türkiye ve bütün dünya da bunu gördü.  Bu gerçeği gören Türkiye uçaklarını Geçitkale üzerinden şöyle yelpazeledi, sonra da Makarios’a ve Yunanistan’a  ültümatomu verdi.  O ültümatom şuydu:

                “Derhal adadaki bütün Yunan askerlerini şu güne kadar çekecek, Grivas’ı da Kıbrıs’tan alacak.”

                İşte bu ültümatom, Türkiye’nin kararlılığını ortaya koymuştu ki, hem Yunanistan, hem de Kıbrıs Rum Liderliği buna kuzu kuzu uymuşlardır.  Dolayısı ile Grivas da geri çekilmiştir.

                Bütün bu yaşananlarla mı Kıbrıs sorunu çözümlenecekti?

                Bir yerde Türkiye Yunanistan’a ve Kıbrıs Rumlarına, hatta diğer garantör devlet İngiltere’ye, “Ben haklı olduğum noktada karar verirsem yaparım” mesajı veriyordu.  Yani anlaşmalardan doğan haklarını hatırlatıyordu Türkiye o ültimatomlar pozisyonunu.

                Rumlar ve anavatanları Yunanistan rahat durdu mu?  Durmadı ve Türkiye’nin bir gün adaya askeri müdahalede bulunacağı gerçeğine inanmamışlardı.  İnanmamışlardı da, bütün sahillere kalın mevziler yapmışlardı, olası ve çıkarmayı durdurmak için.

                Şimdi gelelim üçüncü sorumuzun cevabına.

                On bir yıllık zor yıllarımızda Türkiye ne yaptı?

                İşte o onbir yıllık süre, Türkiye’ye harp savanyiini kurma ve güçlü silahlarla  güçlü bir ordu yaratma, bunun yanında güçlü çıkarma gemileri inşa etme avantajı verdi.  İşte o uyanıştır ki, 15 Temmuz darbesi sonrasında 20 Temmuz sabahı adaya askeri güç gönderip adayı pasta gibi ikiye bölmüştü Türkiye.

                Türkiye neden adayı pasta gibi böldü?

                O bölünmenn zorunluluğunda ada Türklerine kuzeyde özgür bir vatan yaratmak içindi.  Temelde adadaki soydaşlarının katlini önlemek içindi.  Nitekim artık geri dönülmezliğin bir belgesidir 20 Temmuz çıkarması.  Ve o çıkarma, Londra ve Zürih Anlaşmalarına dayanıyordu.

                İşte bu yanıtlar çerçevesinde hala daha değişmeyen Rum zihniyetine inat yapılan en büyük diğer hatayı da, Avrupa Birliği yaptı ve YARIM KIBRIS’ı bünyesine aldı.  Aldı da ne oldu?

                İşte bütün bu gerçekler doğrultusunda hala Türkiye’yi ve Türk haklarını hiçe sayarak Rumlar, Akdeniz’de doğal gaz araçtırması yapması aklın alabileceği birşey değildir.

                Sadece birkaç cümle ile buna şu sorulara yanıt verilir:

                “Rumlar kaşınmaya devam ediyorlar.”

                Yani diyeceğim şudur son söz olarak!

                Artık herkes bütün gerçekleriğ gözden geçirerek Kıbrıs Türkleri’nin ve Türkiye’nin önüne Kıbrıs sorununu koymasın.  Çözüm baskılarını Türk tarafına değil, Rum tarafına yapsın.   Zaten o hatalar değil mi Kıbrıs sorununu bunca yıl çözümsüz hale getiren?