Türkiye Dışişleri Bakanı Mevlût Çavuşoğlu’nun Kıbrıs’a gelişi, bize Kıbrıs sorununun Türkiye tarafından çok yakın takipte olduğunu gösteriyor.
    Böylesine bir takip, TC-KKTC işbirliğinin ve ahenk içinde bir Kıbrıs politikası yürütüldüğünün belgesidir.
    Cumhurbaşkanı Mustafa Akıncı’nın bütün parti temsilcileri ile görüş alış verişinde bulunmaları da ayrıca Türk tarafı olarak bizim, genel anlamda bir görüşe sahip olduğumuzu gösteriyor.  Bu da iyi bir şey.
    Dış güçlerin “masaya oturun” telkinleri, her iki lideri yeniden masaya oturtacak ama, bu masa oturumundan da bir sonuç çıkacağını söylemek çok güç.  Hani “ölümüne görüşmelere devam” gibi bir görüntü verse de, elbette bir gün birisi bir düğüm atacak şu Kıbrıs meselesine ve o ip, ya kopacak, ya da bir çifte düğüm daha yiyecek.
    Rumların yeniden zamana oynadıkları belli.  Bir süre sonra yeniden bir “beşli masa” toplantısına gelecek mesele ama, ondan da bir sonuç çıkacağına pek ihtimal vermiyoruz.
    Gerçekte Kıbrıs sorunu bir satranç oyununa dönüştü.  Masadan kaçan kaybeder anlayışı yerleşirken, zamanın Türklerin lehine gelişeceğine ve Rumların aleyhine oluşacağını düşünebiliriz.
    Nitekim Maraş konusu yavaştan yavaştan şekil değiştirirken, kaybeden tarafın yine Rumlar olacağına parmak basabiliriz.
    Maraş Kıbrıs sorununu çözer mi?
    Bence sorunu çözmez.  Hatta Rumlara “Kayıtsız şartsız gelin size Maraş’ı verelim” desek, Maraş’ı alıp gidecekler ama Kıbrıs sorununu kesinlikle sonuca götürmeyecekler.  Kaldı ki Maraş’ın mülkiyet taramalarında tümden Vakıflara ait bir mülk olduğu saptandı.  Bu da İngiliz’in bir başka oyunuydu Vakıf mallarını kiliseye ve Rumlara peşkeş çekmesi.
    Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri Özel Danışmanı Jane Hall Lute geçenlerde gayri resmi olarak iki lideri bir araya getirirken, yine üçlü bir el birleşminin fotoğrafını gördük.    Geçmişte Denktaş-Kleridis görüşmelerinde de o beşli el birleşmesine tanık olduk.  
Lute görevini yapıyor.  Ve bence bütün gerçekleri bilerek hareket ediyor.  O bilerek hareket etmenin temelinde, “Ne bir tarafa, ne öteki tarafa ağırlaşacaksın” telkinleri ile hareket etme var esasında.
    Halbuki Rumların yıllardan beri sürdürdükleri çözümsüzlük siyaseti bir yana, Türklerin bütün anayasal haklarını da nasıl çiğnediklerini biliyor ve gözlemliyor Lute. Ama Rumlara, “Durun beyler, yıllardan beri Türk haklarını yiyerek Kıbrıs Cumhuriyeti’nin tek sahibi gibi hareket ettiniz, ama bundan sonra gerçekler çizgisine gelmek zorundasınız” dese, Rumlardan çözülme olacak.
    Ortada bir gerçek var.  Kıbrıs artık eski “Bütün Kıbrıs” değil, coğrafi, idari ve siyasi anlamda ikiye bölünmüş iki devlet fotoğrafının ta kendisidir.
    Rumlar KKTC’yi tanısa ve “Ey komşular, geliniz sizinle iki devlet esasında bir çözüme varalım ve bu adaya huzur getirelim” dese, işte o düğüm o zaman çözüecek.
    Bunlar hep umut ettiklerimizdir.  Lakin bugüne kadar kaç tane BM Genel Sekreter Özel Danışmanı geldi geçti bu topraklardan.  Ve bunlardan hiçbiri bu sorunu çözemedi.
    BM Genel Sekreterliği de mi zamana oynuyor?
    Yoksa “akan suyun sesine kulak ver” misali bir politika mı güdüyor?
    Kıbrıs sorununda anahtar BM Güvenlik Konseyi mi?
    Bence de öyle.
    Şayet 4 Mart 1964 kararını yeniden önlerine alırlar ve Kıbrıs’taki fiili, idari ve siyasi durumu dikkate alarak Rumların bu karara dayanarak bütün dünyayı parmağının üstünde oynattığını idrak ederler ve “Kıbrıs artık eski Kıbrıs değidir” gerçeğini zapt-ı rapt altına alırsa, BM Güvenlik Konseyi doğru bir karar üretmiş olacak.
    Rumlar tek taraflı AB’ye girmnekle, çözümsüzlüğe oynamakla ve Akdeniz’deki petrol kaynaklarını Türklere koklatmamakla doğru birşey yaptığını sanıyorsa aldanırlar.  Madem bu kadar güçlüdürler, madem şu “Kıbrıs Cumhuriyeti” maskaralığı ile oyun oynamaya devam ediyorlar,  anlamalıdırlar ki, sadece biz değil, onlar da kaybediyorlar ve kaybedeceklerdir de.
    Bir diğer deyişle Rumların bu olumsuz tavırları onları resmen huzursuz etse de inadına çözümsüzlüğe oynuyorlar ve kaybediyorlar.
    TCV Dışişleri Bakanı Mevlut Çavuşoğlu gerekli temasları ve değerlendirmeleri yaptıktan sonra geri döndü.  Şimdi gerek Türkiye, gerekse KKTC olark bizler önümüzü daha rahat görebiliyor ve bütünlüklü Anavatan-Yavruvatan politikası ile geleceğe umutla  bakıyoruz.
    Tam on bir yıl bizi gettolarda yaşatmaya mahkum eden Rumlar, herşeyin aynı minval gideceğini sanmışlar ama Türk tokadını yeyince, Kıbrıs bir pasta gibi ortadan bölündü. İyi ki hata yapmışlar ve biz de özgür bir vatan toprağına kavuştuk.  Gerçekte 15 Temmuz,  Kıbrıs sorununda bir kırılma noktasıydı.
    Kıbrıs Türkü ne kaybetti ne buldu?
    Kıbrıs Türkü acılara alışarak bu noktaya geldi.  54 yıl önce sokaklardan toplayıp katlettikleri ve meçhul yerlere gömdükleri kardeşlerimizin kemikleri hala toprak altından çıkıyor.  Rumların eski Dışişleri Bakanı Markulli bile Rumların acımasız katliamlarını eleştirmişti. Yani insanlık ayıbı açısından.
    Şimdi bize düşen şey, birbirimize kenetlenmek ve doğru politikalarla masaya oturmaktır.  Masadan birşey çıkmayacağını bilerek o görüşmeleri izlemek ve yine kendi içimizde doğruları bularak ve teşhis ederek geleceğimizi tayin etmektir.