Kayıp Şahıslar Komitesi Kıbrıslı Türk Üyesi Gülden Plümer Küçük’ün son açıklamaları yine tüyleri ürpertti.  Yapmış olduğu açıklamaya göre 2019 yılında 24 kalıntıya ulaşıldı.  Ve bu ulaşılan kemiklerin kimlere ait olduğu, kayıp şahıslara mı, yoksa normal bir kİtleye mi ait olduğu yapılacağı DNA testinden sonra belli olacakmış.

                Bunun yanında bazı askeri bölgelerde de kazı yapılmasına ilişkin izinler çıkmış.  Tabii ki bu durum, yıllarca askeri makamlarca bir sır olarak kaldı.

                Zaman bazı gerçekleri ortaya çıkarınca, mecburen kazı izinleri de verilebiliyor. Hatırlıyorum...  Belli bölgeler tellerle çevrilmiş ve kimseleri o bölgelere sokmuyorlardı, Türk askerinin yıpratılmaması için.

                Bence her kazı sonrasında ortaya çıkan kemikler, yeni bir acının yaşanmasını çağrıştırıyor.  Özellikle o kemiklerin kimlere ait olduğu belirlenince o kemiklerin ailesinin yaşayacağı dramı ve psikolojik durumu bir düşünün.

                Demek zamanın eski Rum Dışişleri Bakanı boşuna söylememiş mi, “Biz Türklere çok büyük acılar verdik.  İnsanları sokaklardan toplayıp öldürdük.  İnsan haklarını çiğnedik.  Türklerden özür diliyorum” gibi bir açıklama.

                Belki de bulunan kemikler Rumlara aittir.  Bunu da henüz bilemeyiz.  Gerçekçi olmak gerekirse, savaş geçirmiş iki halkın başına gelen en büyük felakettir bu.

                Rahmetlik Ecevit Kıbrıs’a çıkarma yaptırdığında çok güzel bir beyanat vermişti.

                “Türk askeri adaya barış ve huzur getirmek için adaya çıkmıştır.  Türk askerine silahla karşılık verilmemelidir.”

                Ecevit buna ilaveten, havadan uçakla Rumca bildirler de attırmış ve Rum halkını aklı selime davet etmişti.

                Rumlar ne yaptılar?

                Onlar bu beyanat ve bildirileri hiçe sayarak Türk askerine karşı kurşun sıkmaya devam ettiler.

                Ne yani?

                Rumlar adaya huzur için gelen Türk askerine silah sıkacak da Türk askeri öylece kurşunlara hedef mi olacaktı?  Elbette kurşuna karşı kurşunla cevap vermişti Mehmetçik.

                Rumların unuttukları veya göz ardı ettileri bir husus vardı.  Türk askerinin çok disiplinli ve bir savaşta ölümüne savaştığını.  O nedenle Türk askerini kimsenin suçlamaya hakkı yoktur.

                Mesela Rumlar, bütün sahil şeritlerine kalın betondan mevziler yapmışlar ve o mevzilere uçaksavarlar yerleştirmişlerdi. Niçin?  Olası bir Türk çıkarmasına karşı tedbirli olmak için.

                O beton mevziler onlara yaradı mı?

                Yaramadı...

                Kuzeyde hayat normale döndüğünde ve doğu- batı yolları yapılmaya başladığında, yol ortasına denk gelen pek çok beton mevziler çıkmıştı ortaya.  Ve dahaları...

                Nikos Samson’un Yunanistan marifetiyle gerçekleştirmiş ve akamete uğramış Makarios darbesi, Rumların sonunun başlangıcı oldu diyebiliriz.  Lakin onlar zararın neresinden dönersek kardır bile demeden bildikleri yolda, inadına anlaşmazlığa imza atmışlardır.

                Denktaş ve Kleridis’le 1968’de başlayan ilk ikili görüşmelerden nerelere gelmişiz açmazlarla.  Daha doğrusu Rumların uzlaşmazlıklarıyla.  1968’den 2019’a kadar uzanan bir uzlaşmazlık kervanı.   Şimdi masada KKTC Cumhurbaşkanı Mustafa Akıncı ile Rum toplumu lideri Nikos Anastasiadis var.

                Öyle görülüyor ki Anastasiadis de “Zararın neresinden dönersek kardır” demeyecek ve zamana oynayacaktır.

                O halde iki toplumun çözüm arayışları bir sonuç vermeyecek ve hala yıllar önce öldürülen insanların kemikleri toprak altından çıkmaya devam edecek.

                Şayet bulunan 24 kişinin kemikleri Rumlara aitse, sakın ola propaganda malzemesi yapmasınlar.   Yaşananlar bizim değil, onları eseridir. Binlerce Türk ve Rumun göçmen durumuna düşüşleri de onları eseridir.

                Zaman zaman vurgu yaptığım birşey vardır.

                “Zamanında Rumların kıçına mı battı rahatlık ve İngiliz idaresi?”

                Evet!  Madem Lozan Anlaşması ile bu ada İngiliz’e kaldı, adada yaşayan Türk ve Rumlar da İngiliz idaresinin vatandaşları oldu.  Yani ellerine alacakları tapu gibi İngiliz pasaportu ile geleceklerini garanti altına alacaklar ve  bunca insan ölmeyecek ve malından mülkünden olmayacaktı. Ne gereği vardı ENOSİS atına binmeye?

                İlle de ENOSİS dediler de ne oldu? Kocaman bir hiç.

                Yani bir yede Rumların ENOSİS’ine karşı Türk tezi olan “TAKSİM” gerçekleşmiş ve iki ayrı devletçik haline geldi.

                Keşke ömrümüz bu sonucu  beklemeye yetse.  Bizim nesil 1950’lerden bu güne bir tarihi yaşadı.  Meydanlarda nümayişler yaptık ve özgürlüğümüzü aradık.  Bu topraklarda  huzur içinde yaşamanın TAKSİM’le mümkün olacağının mesajını verdik.  Yaşımız şimdi kemale erdi ve son yolcuğa hazırlanıyoruz. Hemen hemen her gün 65’in üzerindeki insanlar teker teker ölüp gidiyorlar.  Ve şu Kıbrıs’ın huzur bulmadığını bilerek göçüyorlar dünyadan.

                “TAKSİM” tezimiz 1974’te hayat bulurken, o günlerdeki idealimiz olan adanın kuzeyinin Türkiye’nin bir vilayeti olması ve artık bu girdaptan kurtulmamızı öngörüyordu.  Şu anda içinde bulunduğumuz siyasi konjünktör buna cevaz vermiyor.  Keşke Rumlar akıllarını başlarına alsalar ve bu adada iki küçük devletçiğin yan yana ve huzur içinde yaşamasının her iki halka da çok büyük yararlar sağlayacağını idrak etseler.  O bağlamda ifade ediyorum...

                Kıbrıs’ın çözümünü ölmeden görecek miyiz?