Kıbrıs’ta Cinayete Kurban Giden Kadınlar Ve Bir Adsız Kahramanın BM Barış Gücüne Verdiği Ders

CİNAYETE KURBAN GİDEN KADINLAR

            Son zamanların tartışmalı ve toplumu derinden etkileyen olaylarda kadın cinayetleriönmli bir yer tutar. Bu cinayetler, başka sorunları, soruları, tartışmaları da gündeme getiriyor. Bağlantılı ve bağlantısız yorumlar, öneriler yapılıyor, görüşler ortaya atılıyor.

Konuyu siyasallaştırma da söz konusu!Hatta böyle olaylar sanki bu adada daha önce hiç yaşanmamış gibi savlar da öne sürülür. Oysa bu konuda yazılmış kitap bile var: Altay Sayıl’ın, “Kıbrıs’ta Cinayete Kurban Giden Kadınlar” adlı kitabı!Altay Sayıl, “Kıbrıs Polis Tarihi”kitabında da kadın cinayetlerinden söz eder.Aynalı’nın okuduğu destanlarda/ağıtlarda da kadın cinayetleri çoktur. Hatta Lozan sonrasında karısını öldüren, potansiyel Kıbrıs Türk lideri olarak kabul edilen zamanının aydınlarından Dr. Behiç olayı da var tarihimizde!

Kısaca söylemek istediğim, Ada’mızın geçmişi, kadın cinayetleri açısından çok da masum değil! Cinayet işlenmeyen bir yer değildi Kıbrıs!Nitekim doğup çocukluğumu geçirdiğim, 1974’ten sonra güneyde kalan, Larnaka’ya bağlı Boğaziçi/Aytotroköyünde de cinayetler işlenirdi. Ben çocukluk yıllarımda, Türkler arasında işlenen üç cinayet anımsıyorum ve bunların ikisi kadın cinayeti idi. En yakın komşu köyümüz Geçitkale/Köfünye’de de işlenen cinayetler (bu bağlamda kadın cinayetleri) vardı.

Çok küçük yaşımda hayal meyal anımsadığım, köyümdeki ilk öldürme olayı, özünde kan davası olan ve linç etme biçiminde gerçekleşmiş, köyün anlı şanlı ve güçlü gençlerinden Zeki kalabalık bir grup tarafından dövülerek canından edilmişti.

Dervişali (Derviş Ali) adlı biri, gözleri görmeyen öz kızkardeşine tecavüz etmiş, ardından onu öldürmüştü. Evimize çok yakın, Mehmet Amcam’ın evinin bitişiğinde oturduğu için iyi tanırdım, zamanının deyimiyle Kör Zalihe’yi! Öldürüldüğünde, evinde tek başına yaşardı. Öldürüldüğü, birkaç gün evinden dışarıya çıkmayınca doğan kuşkuları gidermek için evine gidildiğinde öğrenilmişti. Eve ilk girip onun cesedi ile karşılaşan kişi, komşusu Mehmet Amcam’dı. Ceset kokuşmaya başlamıştı. Sonraki yıllarda amcam ayrıntılı biçimde anlatmıştı gördüklerini! Asılan Dervişali’yi anımsıyorum. Belleğimde gözü kanlı bir adam olarak kalmış. Herhalde onu cinayetten önce görmüş olmalıyım.

Belleğimde yer eden üçüncü öldürme olayını da tam olarak anımsıyorum. Miriye Aba uzaktan akrabamızdı. Kocası öldüğü için tek başına yaşıyordu. Bir gün ne olduysa oldu, Gombotakmaadlı komşusu çok sayıda bıçak darbesiyle onu öldürüverdi. Öldürme olayı, Miriye Aba’nın çığlıkları yüzünden hemen duyulmuş, köylü olay yeri olan eve koşmuştu. Ben de diğer çocuklar gibi oraya gitmiş, merakla konuşulanlara tanık olmuştum.

Çocukluğumdan anımsadığım bir şey de büyüklerimizin konuşmalarında yasadışı olayların, özellikle cinayetlerle kavgalarınyoğunluğuydu. Hasan Dedem bana kahvehanede gazete okuttururken dinleyicilerin daha çok bu tip haberlere ilgi göstermesi o zamandan dikkatimi çekmişti. Kutlu Adalı da Dağarcık adlı yapıtında, köyümde ve başka köylerde “kan davası”nın, biçim değiştirerek “cana can kana kan” yerine “mala mal” biçiminde sürdürüldüğünü anlatır.O dönemde, İngiliz Sömürge Yönetimi’nin “asarak” gerçekleştirdiği idamlar da ilgi odağıydı. İnsanlar asma eylemini seyretmeye giderdi.

Bunları anlatırken amacım, cinayetleri, özelde kadın cinayetlerini, eskiden de vardı gerekçesiyle önemsetmemek, hele küçümsetmek değil! Ancak herşeyi siyasallaştırmak, hatta ideolojik saplantılarla anlatmak ve açıklamak doğru değil!

Kadın cinayetlerinin, başka nedenler de olmasına karşın büyük oranda, özde erkek egemen toplum yapısının ve erkeklerin kadınları “malları” sayma güdüsünün sonucu olduğunu; başka bir anlatımla cinayet ve kadın cinayetlerinde, sosyolojik, sosyo-psikolojik, sosyo-kültürel nedenlerin“okka bastığına” inananlardanım.

Konuya bu açılardan değil de, ideolojik ve siyasal bakış açıları, basit polisiye önlemler ve yasakçı görüşlerle yaklaşmak işe yaramaz. Yararsa da az yarar.

BİR ADSIZ KAHRAMANIN BM BARIŞ GÜCÜNE VERDİĞİ DERS

Polisimizin, Lidra Palas sınır kapısında sınırı ve haddini aşan (çizmeyi aşan)BM Barış Gücü’nü iterek bölgesine sürmesi olayı ve bu olayın görüntülerine bayıldım. İyi yaptılar. İyi ki yaptılar. Yoksa bizim aleyhimize atılan adım kalıcı olurdu.

Bu olay beni eskilere götürdü. BM Barış Gücü’nün benzer bir “çizmeyi aşma” girişimini tek başına engelleyen Mustafa Demirel’i anımsattı.

Kıbrıs Türkleri’nin “Toplumsal Varoluş” ya da “ulusal” savaşımının çok sayıda adsız kahramanlardan biridir Mustafa Demirel!.1 Nisan 1955’te, bu toprakları karanlık günlere, çatışmaya, savaşa, göçlere, toplu kıyımlara; sıcak çatışma ortamına, terör ve savaşa götüren silahlı saldırılara karşı, giderek ciddileşen yok olma tehlikesi, Kıbrıs Türkü’nün toplumsal savunma güdüsü ile ulusal bilincini harekete geçirerek varlığını korumaya yönelik direniş arayışlarına yönlendirirken direnişe ilk katılanlardan biridir. 1960 Kıbrıs Cumhuriyeti’nin oluşturulmaya başlanan Kıbrıs Ordusu’nda astsubay olarak yer aldı.

            21 Aralık 1963 saldırısı başladığında, Lefkoşa’da TMT saflarındaydım ancak 27 Şubat 1964’te gönüllü olarak köyüm Boğaziçi/Aytotro’ya gitmiş ve bölge merkezi Geçitkale/Köfünye’de, komutan olarak göreve başlamıştım.

            Bölgede eğitimli bir askeri birlik oluşturmanın gerekliliğine inanarak bunun çalışmasını başlatmıştım. Profesyonel asker olan Mustafa’nın bölgede kalması, benim için bulunmaz bir nimet oldu. Onu bu üniformalı birliğin başına getirdim. Kısa sürede yaklaşık 30 genç mücahidi eğitti ve disiplinli bir askeri birliğe dönüştürdü.

            Komşu Ötüken köyünde kalıyor, görevine atıyla gidip geliyordu.

           

            Mustafa, komutanlık ve liderlik meziyetlerine sahip, yürekli ve sağlam bir kişiliğe sahipti. Güçlü görev duygusuna ve insiyatif kullanıp anında gerekeni yapacak özgüvene sahip bir kişiliği vardı. Bu özelliklerini kanıtlayan çok olay var ama birini hiç unutmadım.

            BM Barış Gücü’ne asla güvenmezdik. Birçok BG askerinin bize bilgi, malzeme, transfer hizmeti, hatta silah ve mermi sağladığının canlı tanığıyım. Gönüllü, insancıl duygularla da bunu yapanlar vardı ama daha çok da para karşılığında yapıyorlardı bunu! Bize bunu yapan BG askerlerinin, bizden çok fazla parasal güce dayanan Rumlar’a da “çalışması” kadar doğal bir şey yoktu. Bunun da canlı tanığıyım.

            Duyduğumuz güvensizlikten dolayı Geçitkale/Köfünye İle Boğaziçi/Aytotro Türk Mahallesi arasındaki bölgeye BM Barış Gücü’nün girmesine izin vermiyorduk ve bunu onlarla çatışmaya girmeden, olabildiğince diplomatik olarak yapmaya çalışıyorduk.

            Bir gün bir BG jipi bu bölgeye dalıverdi. Mustafa o sırada komutanı olduğu askeri birliğin komutanı olarak bölgede idi. BG’nino bölgeye geldiği haberini alır almaz, atına atladığı gibi yıldırım hızıyla gidip jipin önüne dikildi. Jip sağa sola kaçışlarla yoluna devam etmek istedi ama Mustafa atıyla, yaptıkları her hareketin önüne dikildi. Bunu yaparken ağzından tek söz çıkmadı. BG ile tartışmaya girmedi.

            Bugün bu olay basit gibi görünür ama Mustafa’nın insiyatif kullanıp anında olaya müdahale etmesi ve işin büyümeden kapanmasını sağlaması, sağlam liderlik özelliğinin sonucuydu. Eğer bu insiyatifi kullanmasaydı BG bölgemize girecek ve çok tatsız olaylar yaşayabilecektik. (Nitekim daha sonra bölgede BG ile çok ciddi sorunlar yaşanacaktı.)

            Lidra Palas olayı ile Mustafa’nın anlattığım eylemi öz olarak birbirinin aynıdır. O bakımdan paylaşmak geldi içimden!

            Bu vesile ile sonsuzluğa göçmüş olan mücahit arkadaşım Mustafa’yı rahmetle anıyorum. Allah rahmet eylesin. Işıklar içinde yatsın.Yattığı yer cennet olsun.