Emperyalizm, bir ülkenin başka bir ülke üzerinde, onun ‘’doğal veya üretilmiş zenginliğini’’ çalmak amacıyla, siyasal araçlarla doğrudan veya ekonomik araçlarla dolaylı olarak, tahakküm [hâkimiyet] kurması sürecidir.

         Bu, zorunlu olarak tahakküm kurulan ülkedeki çalışan halkın sömürüsünün sömürülmesi anlamına gelir, keza başka yerlerdeki çalışan halkların da sömürülmesine yardımcı olabilir. Böyleyken, emperyalizm hâkim ekonomik ve toplumsal sistemden ayrı olarak düşünülemez. Esas itibariyle sebep, sömürünün emrinde kullanılan aynı güç eşitsizliğidir. Şu anda Doğu Akdeniz’de yaşanan sıcak gelişmelerin temelinde bu gerçek vardır.

         Nasıl ki, yarım asırdan bugüne Kıbrıs adasında yaşanan hâkimiyet/çıkar çatışmasının, temelinde bu stratejik adanın elinde bulunduran tarafa özellikle ‘’Orta Doğu-Avrasya-Anadolu’’ üçgeninde hâkimiyet sağlama avantajı varsa; günümüzde giderek ısınan Doğu Akdeniz bölgesindeki enerji yatakları üzerinde de aynı hâkimiyet/çıkar çatışmaları yaşanmaktadır.

        Kıbrıs’ta hiç olmaması gereken AB-ABD-Fransa-İsrail vd. ülkelerin özellikle son dönemde Kıbrıs yetmezmiş gibi Doğu Akdeniz’de boy göstermesi; bölgenin stratejik öneminden daha fazla burada mevcut zengin hidrokarbon ve petrol yataklarından kaynaklanan zenginliklerin her biri emperyalizmin kirli yüzünü temsil eden bu ülkelerin bölgedeki zenginliklerden pay kapma/çalma hırsına bağlıdır.

        Doğu Akdeniz’de giderek tırmanan enerji kaynaklı anlaşmazlığın sonu nereye varacaktır? Şu anda bunu kestirmek oldukça güç bir hal almıştır. Ancak görünen o dur ki, emperyalist ülkelerin iştahını kabartan bu bölgede Rum tarafı oldukça tehlikeli bir sürecin içine girmiştir.

         Kıbrıs’ta uluslararası camiada tanınır taraf olmanın avantajını her defasında Türkiye ve Kıbrıs Türk tarafının aleyhine kullanan, adada tek söz sahibi kendileriymiş gibi hareket eden bu had bilmezlere hak ettikleri cevap;  gerek Türkiye, gerekse KKTC tarafından verilmiş, Doğu Akdeniz’de Yavuz ve Fatih isimli sondaj gemilerimiz, şanlı donanmamızın, hava kuvvetlerimizin korumasında bölgedeki faaliyetlerine devam etmektedir.

         Doğu Akdeniz’deki zengin enerji kaynaklarının kullanımına yönelik pek çok ülke ile anlaşmalar yapan GKRY, AB üyesi olmanın da avantajını kullanarak Türkiye’nin bölgedeki sondaj faaliyetlerinin durdurulması yönünde bu çıkarcı birlikten türlü yaptırımların/engellemelerin açıklanması için sinsi çalışmalarına devam etmektedir.

          AB çatısı;  özgeçmişlerinde soykırım, müstemlekecilik, ırkçılık faaliyetleri öne çıkan ülkeleri barındırmaktadır.

         Bu birliğin esas hedefi; doğal ve işgücü zenginliği ile öne çıkan az gelişmiş ülkeler üzerinde gümrük birliği ya da türlü ekonomik oyunlarla hâkimiyet kurarak, bu zenginlikleri birlik ülkelerinin çıkarları için kullanmaktır.

         Kıbrıs’ın yarı buçuğunu temsil eden GKRY’ni haksız, hukuksuz bir biçimde üye yapan AB’nin Doğu Akdeniz’de yaşanan sıcak gelişmelere taraf olmasının yegâne nedeni Rum tarafını kullanarak, bölgenin zengin enerji kaynaklarından pay kapmaktır.  

         Dolayısıyla ülkemizin bu sıcak gelişmeler karşısında ulusal hak ve hukukumuzu korumak adına dik durması, hiçbir şekilde geri adım atmaması oldukça önemlidir.

        Şu anda Doğu Akdeniz’de artan gerginlik, özellikle ABD ve dahi Rusya’nın Türkiye’ye yönelik bölgesel faaliyetlerini durdurması yönündeki açıklamalarıyla daha da kritik bir sürece doğru yol almaktadır.

         Yaşanan bu sıcak gelişmeler şunu göstermektedir:

         60 yıldan beri Kıbrıs adasında çözüme odaklı hiçbir görüşmeye olumlu cevap vermeyen Rum-Yunan ikilisi AB çatısı altına girdikten sonra, nasıl olsa adanın tanınan/yasal hükümeti benim tavrıyla hareket etmiş, etmeye devam etmektedirler.

          GKRY adada istedikleri her şeyi elde etmenin rahatlığı ile bu defa yıllardan beri bir türlü ulaşamadıkları Doğu Akdeniz’deki enerji sahalarına yönelmişlerdir, özellikle de bölge ve bölge dışından pek çok ülke ile yapmış oldukları enerji anlaşmalarıyla Doğu Akdeniz’de üstünlük sağlamanın, bir şekilde Türkiye’nin güneyden kuşatılmasının anahtarı olma rolünü üstlenmişlerdir.

        Bölgede yaşanan gelişmeler tehlikeli bir sonuca doğru hızla ilerlemektedir. Türkiye’nin S-400 füze alımı nedeniyle ABD ile yaşamış olduğu olumsuzlukları da göz önünde bulundurduğumuzda,   

         Yunanistan’da göreve gelen yeni hükümetin Dışişleri Bakanının Türkiye’nin bölgedeki faaliyetlerini durdurması yönünde yapmış olduğu hadsiz açıklamalarını da değerlendirdiğimizde; ülkemizi Doğu Akdeniz’e sonu hiç de hoş olmayan gelişmelerin beklediği çok açıktır.

        Ancak özellikle Türkiye’nin garantörlük hakkı nedeniyle Kıbrıs’taki yasal ve ulusal menfaatlerinden, Doğu Akdeniz’de uluslararası deniz hukukundan kaynaklı haklarından vazgeçmeyeceği de gerçeğin ta kendisidir. Kaldı ki, Kıbrıs adası Türkiye’nin ön cephesi, Akdeniz’e açılan tek penceresidir.

         Bu gerçeği çok iyi bilen Rum-Yunan ikilisi:

         Kıbrıs’ta uluslararası camia tarafından tanınır ülke olmanın avantajının yanına; Doğu Akdeniz’deki zengin enerji kaynaklarının kullanımı için pek çok emperyalist ülke ile yapmış olduğu anlaşmaların gücünü de eklemiş, AB üyesi olmanın avantajını da kullanarak, şimdi de Doğu Akdeniz’de üstünlük sağlamanın, Türkiye’nin açık denizlere çıkmasını, bölgedeki enerji zenginliklerinden pay almamızı engellemenin peşindedir.