Koca yaz yakıp geçtikten sonra, yavaştan yavaştan havalar soğumaya başlarken, yağmur şikayetleri de başladı.  O sıcak günlerde her zaman kendimize gölge aradık ve “Yağmurlar ne zaman düşecek” teranelerine başladık.

            Nitekim yağmurlar belli bölgeleri yıktı geçirdi.  Sanki tropikal bir ülkede yaşıyormuşuz gibi insanlara korku saldı sağanak ve zarar verecek şekilde yağan yağmurlar.  Halbuki dört gözle yağmurların yağmasını bekledik, toprak ıslansın, bütün ağaçlar nefeslenip doğayı canlandırsın ve toz toprak otursun.

            Zaman zaman da Mısır’dan gelen kum bulutları bütün ülkeyi iki üç gün aralıklarla etkiledi.  Bunlar da ayrı bir durum.

            Şimdi bir soru sormam lazım...

            “Kış geldi mi?”

            Henüz gelmedi.  Sonbaharın sarı yaprakları ile sürüklenip gidiyoruz kışa doğru.  Sokağa çıktığımızda pek çok kısa gömlekli, kısa tişortlü ve şortlu insan görürüz.  Tedbirli olmak açısından birçok insan da kısa kollu gömlek v.s.’yi kaldırıp uzun kollu gömleklere ve montlara büründü.

            Belli bölgelerde sonbaharın ortalarında şayet zararlı yağmurlar yağarsa, demek oluyor ki, küresel ısınma genel anlamda hayatımızda etkili olmayı sürdürüyor. Yani doğanın dengesi bozuldu, bir anlamda, demek istiyorum.

            Kutuplarda buzulların erimeye başladığı ve suların yükselmeye başladığı yaşantımızda, bazen ütopik düşünüyorum...

            “Acaba buzulların erimesi ve suların yükselmesi ile sahillerimizdeki villalar, oteller sular altında kalır mı?”

            Jeologlar buzulların dünyamızda önemli bir yer kapladığını söylerler.  Fakat gerçekçi gözle bakmak gerekirse, ozon tabakasının delinmesi, tüketilen naylonların kullanılıp, zaman zaman da yakılması, herhalde o endişeleri artırıyor.   Günlük kullanılan spreyler ve fabrika bacalarından çıkan zararlı madde dumanları, tümden dünyamızı tehdit eden unsurlardır.  O hayalcilik içinde gerçekçiliğe doğru yol alıyoruz buzullar eriyip sular yükselirse, ne olacağız diye.

            Şayet bilim adamlarının açıklamalarını okursanız, onların endişelerinin daha da büyük olduğunu görürsünüz.

            Mesela sismologlar yer altındaki bir fay hattının nereye kadar uzandığını biliyorlar ve tahminlerini yürütüyorlar.  Daha da önemlisi deprem kuşağı üzerinde olan ülkelerin coğrafyasını çıkartıp uyarıda bulunuyorlar.

            Doğal afetlerden etkilenmemek mümkün değil.  Bir diğer deyişle doğayla kimse baş edemez.  Kimse de kafa kaldıramaz Allah’tan gelecek afetlere.

            Biz Kıbrıslılar, Türk ve Rum nüfusu, çok şanslı insanlarız.  Çünkü Kıbrıs ekvator kuşağının hemen üzerinde ve az zarar görecek bir meridyen çizgisindedir.  Yazlarımız kurak geçse de, kışlarımız kısmen istikrarlı geçiyor.  Lakin bakıyorum, ani yağmur baskınlarda insanları bir telaş alıyor.  Bu telaşa ben de dahilim.  Çünkü biraz ötemizde ince ince akan bir Kanlıdere var.  Belediye dere yataklarını temizlese de, doğa denen şey yine de yapacağını yapar.

            Takriben bundan üç veya dört yıl önce mütemadi ama dolu dolu yağan yağmurlardan dereler taşmış, yollar geçilmez olmuş, köprülerin üzerinden akan sular nedeniyle yollarını şaşıran arabalar tarlalara ve hendeklere uçmuş.

            O süreci yaşarken, gerçekten insan etkileniyor ve “bu yağmur devam ederse, evimizdeki en değerli  ve pahalı eşyaların hangisini nereye taşıyabileceğiz” diye endişe duymuşuz. 

O mütemadi ve hiç durmamaca yağan yağmurların, fırtına ve gümbür gümbür gelen yağışlardan daha da tehlikeli olduğunu gördük.  Fırtınalı yağmurlar gelir ve zarar vererek biter.  Ama o mütemadi ve istikrarlı, hiç durmadan yağan yağmurlar sessiz bir düşman gibi hayatı mahveder.

O yağışlarda sanayi bölgesine yolunu düşmüşse, kesinlikle yağışların memleketi ne hale getirdiğini görmüşsünüzdür.  O gün hasbelkader ben de UKÜ’de vereceğim konferans için yollara düşmüş ve nerdeyse yağmur göletlerine ve selli sulara kapılıp gidecektim.  Nasıl olmuşsa paçayı kurtarmıştık sulara kapılmaktan.

            İşin ilginç yanı, insanın psikolojisi bozuluyor.  Bu yağmurlar nereye kadar? Sorusunu sorası geliyor insanın.

            Gel gelelim o bölgede iş sahibi olan insanlar mahvolmuşlardı o gürül gürül akan sulardan ve durmak bilmeyen yağmurlardan.

            Dünya tsunamiyi, hortumları ve bitmeyen fırtına ve yıkılan evleri ve koca kentlerin yıkılışını yaşarken, bizlerin o bağlamda şanslı olduğumuzu ifade ediyorum, iklimsel yapımız itibariyle.

            Tabii ki bölgelerde yolların neden dere haline dönüştüğünün de sorgulamasını yapıyor insan.

            Gelmiş geçmiş belediyelerin ihmali olsa gerek yollardaki su deliklerinin neden kapalı olduğunu veya yaz döneminde neden tedbir alınmadığını da sorguluyor insan.

            Başımız tokuşa tokuşa adam olacağız herhalde bir gün.   Girne Boğazı’nda meydana gelen o feci yağışlardan dört tane gencimizi kaybettik ve şimdi olası bir selli yağıştan suların akıp gitmesi için önlem aldık.  O gençlerimizi geri getiremeyiz ama bundan sonraki gençleri kurtarırız belki.

            Kısacası yağmurlar düştü, hepimizin paçaları tutuştu.  Hele bir bekleyin bakalım kara kış gelsin...