“KKTC üniversitelerinin sayın yöneticileri ve akademisyenler! Lütfen Kıbrıs Türkleri’nin siyaset kurumunu akademik gündeminize alın! Devlet sisteminden parti sistemine, yargısından yasamasına, ganimet/yağma anlayışından kurumlaşmış/sistemleşmiş popülizmine, patronaj düzeninden siyasal erki yandaş istihdamı olarak gören anlayışa, hem dayatmalı hem erkek egemen demokrasi anlayışından antidemokratik seçim kurallarına malzemesi bol, akademik bakımından bakir, el değmemiş bir alan var karşınızda! Akademik çalışmalarınızın, siyaset kurumu üzerinde bir akademik denetim etkisi yapacağını ve bunun siyaset kurumunun ‘iyileşmesi/nitelik kazanması’ yönünde yaşamsal bir katkı olacağını da hesaba katın!   

“Siyaset ve siyaset kurumu, hem bireyin, hem toplumun mutluluğu için yaşamsal önemdedir. Doğumdan ölüme kadar, hatta ölümden sonra bile bizi etkiler, yaşamımızı biçimlendirir. Eğitimden sağlığa, çevreden trafiğe, çalışma yaşamımızdan sosyal güvenliğimize, sözün kısası yaşamın her alanında belirleyici olabilir. Biz Kıbrıslı Türkler için varoluş ya da yok oluşumuz, büyük oranda siyaset kurumunun elindedir. Buna karşın Kıbrıs Türkleri’nin ciddi boyutta bir ‘siyaset kurumu sorunu’ vardır. Bu durum, üniversiteler ve akademisyenler için kamçılayıcı etki yapmalıdır.” .

Yukarıda alıntıladığım ve üniversitelerle akademisyenlere yönelik olarak yaptığım çağrıyı, 2014’te çıkan “Kıbrıs Türk Halkı’nın Siyaset Kurumu Üzerine Deneme” kitabımın Önsöz’ünde yapmıştım. DAÜ ile Dr. Küçük Vakfı’nın düzenlediği “KKTC İçin İdeal Yönetim Sistemi Tartışmaları Kapsamında Başkanlık Sistemi ve Parlamenter Sistem Çalıştayı”  bana bu çağrımı anımsattı.

 4-5 Mayıs 2018 tarihlerinde Girne’de, ilk gün sunumlar, ikinci gün yuvarlak masa toplantıları ile gerçekleştirilen çalıştayın, benim bakımımdan en olumlu yanlarından biri, birçok genç KKTC’li akademisyenin, doğan akademik tartışma ortamındaki “varlığı,” “görünürlüğü”  ve “etkinliği” oldu. Genç akademisyenlerimizin, bu çapraşık konu hakkında ortaya koydukları akademik görüşler, saptamalar ve önerileri dinlemek, gerçek anlamda keyifli ve mutluluk verici idi.   

Aklın yolu birdir. Kendime pay çıkarmak anlamında söylemiyorum ama ortaya çıkan görüş, saptama ve önerilerin, çok büyük oranda sözünü ettiğim kitabımda dillendirdiklerimle çakışması da benin için büyük mutluluktu.

“MEVCUT SİSTEM SÜRDÜRÜLEBİLİR DEĞİL”

Çalıştay raporu henüz çıkmadı ya da ben henüz görmedim ama medya ile paylaşılan çalıştay özet sonuç bildirgesi, “Mevcut sistem sürdürülebilir değildir” başlığı ile verildi ve şu hususlar ön plana çıkarıldı:

  • “Mevcut parlamenter sistem, ülkedeki sorunlara çözüm üretmekte çaresiz kalıyor.”
  • “Parlamenter sistemin etkin ve verimli bir hale gelebilmesi ancak çok köklü reformlarla mümkün olabilir.”
  • “Başkanlık sistemi, sistem arayışları kapsamında parlamenter sistem karşısında güçlü bir alternatif olarak göze çarpıyor.”
  • “Tek başına başkanlık sistemine geçmek Kıbrıs Türk Halkının tüm yönetsel sorunlarının çözümü için yeterli olmayabilir, zihniyet değişimi de gereklidir.”

Bu saptamalara aynen katıldığımı, beni bu sayfadan izleyenler iyi bilir çünkü zaman zaman bunları burada dile getiriyorum. Zaten Kıbrıs Türk Halkı’nın Siyaset Kurumu Üzerine Deneme” kitabımda da bu görüşler var.

Doğal olarak, sorun çözmeyen bir siyaset kurumu söz konusu olunca, mevcut parlamenter sistem yerine, çözüm üretebilecek başka sistem arayışlarına girilir. Konumuz olan Çalıştay’da da öyle oldu. Benim algılamama göre çalıştay katılımcılarındaki ağırlıklı görüş, gerekenlerin yapılması kaydıyla başkanlık sistemine geçiş yönündeydi. Nitekim Çalıştay özet sonuç bildirgesinde bu husus, “başkanlık sistemine geçişin tek başına tespit edilen sorunları çözmekte yetersiz kalabileceği, hükümet sistemi değişikliğiyle beraber seçim sisteminde, merkezi yönetim yerel yönetim ilişkilerinde, kamu yönetim ve denetim sistemi ile devletin rol ve fonksiyonlarında da ciddi reformlar yapılmasına ihtiyaç duyulacağı” biçiminde yapılması gerekenler de vurgulanarak yer aldı.

HİÇ BİR YÖNETİM SİSTEMİ REÇETE DEĞİL

Bu ülkeye parlamenter sistemin getirilmesinde rolü ve etkisi olan biriyim ve uzun zaman, parlamenter sistemin savunuculuğunu yaptım ama siyaset kurumumuz,  bu sistemin içine öyle bir etti ki artık savunulacak yanı kalmadı. Bu bağlamda ilke olarak başkanlık sistemine geçilmesine de karşı değilim ama iki şeye kesin inancım vardır: İdeal yönetim sistemi yoktur. Hiç bir sistem  sorunları çözmek için “reçete” değildir ve hiçbir ülkenin başarılı sistemi aynen uygulanabilir ve aynı sonuçları verir değildir.

İyi, hatta çok iyi bir sistem (anayasa/yasa/yönetim), kötü yöneticilerin elinde kötü bir sisteme (anayasaya//yasaya/yönetime) dönüşebileceği gibi; kötü bir sistem (anayasa//yasa/yönetim), iyi yöneticilerin elinde iyi, hatta çok iyi bir sisteme (anayasaya/yasaya/yönetime) dönüşebilir.

Yani parlamenter sistemi bırakıp başkanlık sistemine geçersek her şey güllük gülistanlık olacak değildir. Parlamenter sisteme geçişimiz, “gökten zembille inmiş”çesine olmadı. Acı ve tepki yaratan bir başkanlık sisteminden geçtik parlamenter sisteme! Bunu bilmeden balıklamasına başkanlık sistemine geçmek, yeni acılar ve yeni sıkıntılar getirir.

            Başkanlık sisteminin başarılı örneği olarak ABD verilir. Öyledir de! Bu başarılı başkanlık sisteminin dayandığı birkaç temel vardır:

  • Güçler ayırımı iyi yapılandırılmıştır.
  • “Check & balance” denen “fren ve denge”ler iyi kurulmuştur.
  • Gücün tek elde toplanmasına olanak vermeyen federal yapı vardır ve bu federal yapı, ayrı bir fren ve denge oluşturur.
  • Katı ve disiplinli olmayan parti sistemi, sistemin en temel özelliklerindendir.

Diyelim ki KKTC olarak, güçler ayırımın olacak, üniter yapımıza karşın gücün tek elde toplanmasına olanak vermeyecek iyi fren ve dengeler kurarak başkanlık sistemine geçtik. En zor olanı siyasal parti sistemimizi, katı ve disiplinli olmayan bir sisteme dönüştürmek olacaktır; çünkü bir ülkenin seçim sistemi nasıl parti sistemini yaratırsa, parti sistemi de (ülkenin gerçek anayasasıymış gibi) hükümet sistemini biçimlendirir.  .

SONUÇ OLARAK

Benim görüş ve inancıma göre, arayış bize özgü, bizim olan ve bize özgü sorunlarımızı çözebilecek bir yönetim sistemini bulma yönünde olmalıdır. Çalıştaya katılan genç akademisyenlerde bu bakış açısını gördüğümü söyleyebilirim ki bu da güzel bir şeydir. Önümüzdeki sorun öyle hazır reçetelerle çözülemez çünkü! 

Sonuçta parlamenter sistemde kalarak da, başkanlık sistemine geçerek de kendi sisteminizi bulmanız mümkündür. Yeter ki bünyenizi, koşullarınızı, güçlü popülizm eğilimlerini hesaba katarak kendinize özgü (parlamenter, başkanlık, yarı başkanlık, meclis hükümeti, ya da başka), kendi yapı ve koşullarımıza uygun bir sistem kuralım. Tek başına sistem değişikliği yaparak iyiye gitmek mümkün değildir. Kendimize özgü bir sistem yaratmazsak, iyiyi hedeflerken daha kötüye gidebiliriz. Bunun için önce nerede, niçin, nasıl, neden hata yapıldığı saptanmalıdır.

Bunu yaparken, bir ülkenin seçim sisteminin siyasal parti sistemini, siyasal parti sisteminin parlamentonun oluşumunu (ve çalışma düzenini), parlamentonun oluşumunun devlet sistemini nitelemede belirleyici unsurlardan olduğunu göz ardı etmemek gerekir.

Göz ardı edilmemesi gereken bir konu da küçüklüğümüzün (nüfus, coğrafya gibi), sistemin çalışmasındaki etkisidir.

Sorun da buradadır, çünkü bu konuda belirleyici olan, bu durumun ayırımında olmayan ya da değişik siyasal çıkar ve rant hesapları dolayısıyla gelinen noktayı görmeyen ya da görmezlikten gelen siyaset kurumudur.