Türk ulusunun en büyük özelliği, geçmişine ve tüm atalarına vefalı olmasıdır.  İstanbul’un fethinin 568’nci yıldönümünün kutlanışı da aynı anlayışın ürünüdür.  Böylesine bir anlamlı yıl dönümünde bir asırdan fazla hayal edilen, hatta tasarlanan Taksim Meydanı’nda bir cami yapımı da bu güne denk getirildi.

            Türk tarihinin en ünlü padişahı Fatih Sultan Mehmet’in İstanbul’u fethi, gerçek anlamda bir milattı.  Hatta tarihçiler İstanbul’un fethini, yeni bir çağın başlangıcı olarak nitelendirirler.  Yeni bir çağın başlaması ile Fatih, İstanbul’dan getirtmiş olduğu ünlü bir İtalyan ressamını sarayda misafir ederek, onun tarihe mal olacak ünlü tablosunu yaptı.

            Fönesans’ın tavan yaptığı sanat ve reform akımının uzantısı olarak İstanbul’a ulaşmak ne kadar zordu...  Özellikle son çağların en büyük hayalcileri olan Yunanlıların “Megalo İdea” yani “Büyük İdeal”i, onların tabiri ile “Büyük Konstantinopoli”nin ele geçirilmesi hayalleriydi.

            Koskoca Avrupa ve kuzey Afrika ve bazı Asya ülkelerini kılıcı ile dize getiren Osmanlı’nın elinden Büyük Konstantinopoli’yi almak kolay mıydı?  Hala o hayalle yanıp tutuşurlar.

            Fatih’le ilk tanışmamız, ilk tarih dersimiz ve ilk tarih kitabımızla olmuştu.  Türkiye’den gelen tarih hocamız Altay Bey, tarihi o kadar güzel anlatırdı ki, adeta ağzımız açık onu dinler ve o dersin bitmesini hiç istemezdik.

            Altay Hoca bize Fatih’in İstanbul’unun fetih hikayesini anlatırken bayağı düşüncelere dalardık.  Devasa gemilerini Haliç sırtlarından boğaza yağlı kalaslar üzerinde indirmesi ve İstanbul’u Fethetmesi müthiş bir olaydı.

            Mesela şu anda içinde bulunduğumuz teknoloji çağı, yeni nesillere daha  kolay anlatabiliyor İstanbul’un fethini.  Son İstanbul gezimizde üç boyutlu müzenin görüntülerinde İstanbul’un fethi canlandırlırken, adeta siz de kendinizi o sahnelerin içinde bulursunuz.  Bambaşka bir anlatım biçimi ve müthiş etkileyici...

            Ailece ilk İstanbul gezimizde çocuklarımın İstanbul’u tanımalarını ve kendi tarihlerini bilmelerini istemiş, onları Topkapı Sarayı’na götürmüştüm.  Adeta nefeslerimizi tutarak o saray müzesini gezmiş ve atalarımızla gurur duymuştuk.

            İlerleyen yıllarda büyük oğlum Dr. Mustafa Güvenir’e İstanbul’da okumak nasip olmuştu. Bu vesileyle sık sık İstanbul’a gider de İstanbul’a her gidişimizde yeni mekanları keşfetmeye çalışırdık.

            O koca İstanbul o daracık zamanlara sığar mıydı?

            İstanbul’un tarihi binaları, boğazda süzülerek akıp giden vapurlar ve Boğaz sırtları, masmavi denizin güzellikleri bambaşkaydı.

            Çarşı pazar, açık halk pazarları, Kapalı Çarşı, Sultanahmet, Sultanhamam, minareleri ile göklere ulaşan büyük camiler ve o camilerin meydanlarında karınlarını doyurmaya çalışan aç güvercinlerle, balıkçı teknelerine eşlik eden beyaz martılar, insanın anılarına işler.

            Belli bir dönemde terörün tırmandığı İstanbul’da, o kadar güzel bir ülkenin insanlarının neden ve neyi paylaşamadıklarını merak eder dururduk doğrusu.  Yani o kadar büyük külfet ve zorluklarla fethedilen İstanbul ve Büyük Atatürk’ün verdiği o büyük savaşlarla özgür bir vatan haline gelen Türkiye’nin tadını tuzunu kaçırmanın anlamı ne?

            Zaman zaman basıncı olarak, resmi görevli olarak gittiğim İstanbul’un tadını doya doya çıkardığımı söyleyebilirim.  Ve kendime o soruyu sorardım.

            “Bu koca kenti koca Fatih nasıl fethetmiş?”

            Gerçekten de geçmişteki zor şartlarda yapılan savaşlar ve vatan yaratmak çok çetin ve imkansız gibi birşeydi.

            En önemlisi nedir bilir misiniz?

            İstanbul’u ve İstanbul’un mimarlarını, padişahlarını unutmamak ve mevcudu daha da iyi yapmaktır önemli olan.

            Nitekim gelmiş geçmiş iktidarların başaramadığını AKP başardı ve o koca Taksim Meydanı’na “Taksim Camii”nin inşasını sağladı.  Bütün alt yapısı ve olanakları ile bütün dünyanın gözüne diken olacak kadar yüce bir eserin bir mühür gibi İstanbul’un tam göbeğine damgalanmış bir eser...  Hem de İstanbul’un fetih yıldönümünde...

            Muhteşem Yüzyıl filmini izlerken de, adeta kendimizi o tarihin basamaklarında bulduk diyebilirim.  Bırakın saray entrikalarını, padişahların halvete girmelerini, yabancı ülkelerden kaçırdıkları güzel kızları kendilerine eş seçmelerini ve acımasız kelle vuruşlarını.  Bunlardan öte, yapılan savaşlar ve kazanılan zaferlerin arkada bıraktığı koca eser, koca İstanbul’du.

            İstanbul’a gitmeyeli kaç yıl oldu?  Düşünüyorum...  Geçirmiş olduğum ağır bir bel fıtığı ameliyatı bir yana, şu pandemi süreci öncesinde bir İstanbul seyahati tasarlarken, herkes gibi biz de kalakaldık.  Koronavirüs belasından Türkiye haritası kırmızıya boyanırken kim gidebilir o güzel kente, tatil için?

            Lakin o da geçecek. İnsanlar ölecek, kalanlar yaşayacak.   Ve bir de o tarihi binalar ve koca İstanbul yaşayacak...  Koca Fatih’in koca İstanbul’u...