Komşu komşunun külüne muhtaç. Ve bu muhtaçlık öylesine tevazu içeriyor ki. İnsan insana muhtaç ve insan, komşusu açken tok yatamaz-yatmaz. Bir bakın kendinize kaç komşunuz var diye. Bir konut diğer konuta yakın diye, apartmanda daireler karşı karşıya ya da alt alta, üst üste diye olunmuyor komşuluk. Konu komşu deriz ya… Niye deriz, konu komşuluk da ondan, başka bişey komşuluk, çocukluğuma dair bişey, anneme, Dilber Aba, Mehibe Aba, Aysel Aba’ya ait bişey. Ve herkesin Ayşaba’sı bir başka. Anne yarısıydı komşu abalar. Köfte pişirdiler mi koku hakkı gözetirlerdi, ve mahalle mahalleydi fiziki sınırlarından azade, kimyevi manevi sınırlar içinde. Kardeşti ve arkadaş komşular bir birleriyle. Şimdi daha kalabalık sokaklar, mahalleler ve şehirler komşu kim diye sor aynaya güzel Kıbrıs  türkü. Kime komşu oldun ki sokağında, sor kendine ve sonra ara seni komşu bileni. En son ne zaman dertlendin komşunun derdiyle. Kül verdin mi külsüz kaldığında komşun ve zaten onun külsüz kalması diye bir sorunun oldu mu. Hoş, zaten  kül diye bir ihtiyacın yok ki senin, niye dertlenesin. Son moda akıllı çamaşır makinesi ve akıllı deterjan ile hallediyorsun işini. Nedir komşuluk sor kendine ve düşün, düşün düşün…. Komşusunun derdi ile dertlenmiyen, şehrin halkın memleketin toplumun derdi ile nasıl dertlensin. Dert sahibi ol demiyorum ki ve fakat komşuluk diye bir derdin olsun istiyorum, sevmek diye bir derdin olsun, yarın diye bir derdin.