Bütün dünyayı yakıp kavuran, insanların canını alan kurşunsuz ama ölüm silahlı bu düşman, başka düşman.  Nedense insanlar, ülkede koronavirüse karşı cephede savaşan mücahit veya asker gibi herkes silahlandı.  Bütün eczanelerde steril malzemeler bitti, maskeler karaborsaya çıktı, kolonya ve onun gibi steril sıvılar yok oldu, bütün evlerin kapıları dünyaya kapandı.

            Normal hayatın içinde hemen hemen bütün ülkelerin geçmiş tarihlerinde mutlaka sıcak savaşları olmuştur. Toprak, vatan, özgürlük, varoluş, milli çıkarlar ve daha pek çok şey için silahları ile savaşan insanlar, şimdi tekvücut olmuşlar bütün dünyayı mahveden şu mendebur koronavirüsü karşısında.

            Hatırlayınız bakalım Rumların 21 Aralık 1963’te Türk halkına silahları ile nasıl saldırdıklarını.  O büyük göçleri, katliam çukurlarını ve savunmasız insanların yok oluşlarını.

O düşmana karşı yapılacak tek şey neydi?  Yerde gömülü saklanmış silahları yeryüzüne çıkarmak ve kullanılır hale getirmekti.  Yani yaşamak için düşmanla savaşmaktı. Eline silahını alan mücahit düşmana karşı mevzilendi, tabyalarda kurşun sıktı, karanlıklar ötesindeki korkuya karşı cesur oldu.  Onlar niçindi?  Hayatta kalabilmek ve özgür olabilmek için.

Koronavirüsü ile savaşırken bunlar geçti aklımdan ve bir kıyaslama yapmak istedim.  O kıyaslamada alarm durumunu da eklemeliyim mücahitlik yıllarımızın.  Sıcak savaş esnasında bazukaları, havan mermilerini ve sessizliği bozan kurşun sesleri vardı.

Şu anda yaşadıklarımızın tek farkı vardır geçmişte verdiğimiz savaşla, şimdi verdiğimiz savaş arasında.  O zaman biliyorduk... Karşı mevzide bir düşman vardı ve devamlı bize kurşun sıkıyordu.  Yani düşmanın yeri belliydi.  Kurşunu sıktığı zaman, o kurşunun sesi karanlığı yırtardı. Düşmanın silahına karşı sizin de silahınız vardı ve düşmanı ya yok ederdiniz, ya da ona korku salardınız.  Lakin koronavirüsü gibi bir düşmanın çok yakınımızda olduğunu biliyoruz ama ne zaman hayatımızı bitireceğini bilemeyiz.  Sırf bu düşmandan kurtulmak için, bütün halkımız mücahit ordusu gibi bir savaş veriyor.

Bu savaşta geceleri karartma yoktur.  Sadece hijyen ortamlar yaratmak, sık sık ellerimizi yıkamak, sık sık sokağa çıkmamak, bağışıklık sistemimizi güçlendirecek ilaçlar almak ve kalabalık yerlere girmemek gibi bir silahlanma vardır.  Bu tedbirler bir nevi silahlanma değil mi?  Evet, koronavirüsüne karşı bir silahlanmadır.  Şayet silahlarımızı doğru ve isabetli kullanırsak, kesinlikle düşman bizi bitiremeyecek.

Bu savaş ne kadar sürecek, henüz belli değil.  Lakin bilim adamları, havaların ısınması ile koronavirüsünün ya değişime, yani metastas hale uğrayarak insanlara artık zarar veremeyeceğini, hatta Belçika’da aşısının bulunduğunu söylüyorlar.  Nerde o gün?

O aşı sağlam bir insan üstünde deneniyormuş.  Şayet başarılı olursa, bu aşının bütün dünyaya satılması ve insan hayatının kurtulması ne kadar zaman alacak?

Canım aşı hele bir test edilsin ve şu korona dediğimiz virüsün vücutlara girmesine izin vermesin, başka birşey istemeyiz.  Yeter ki o aşı hayata geçsin.

Geçenlerde bir Çinli bakan açıklama yaptı.

“Bu virüsü Amerika soktu içimize” dedi.

Amerika o kadar mı aptaldır?  Bilmez mi ki öyle bir virüs gelip kendini de bulacak?  Bu kavga veya karşılıklı suçlamalar onlara ait.  Şimdi bize düşen şey, bu belayı en az yara ile atlatmaktır.

Bazen tropikal ülkelerde insan hayatını altüst eden doğal afetler olur.  O afetler geçtikten sonra arkasında binlerce ölü ve yaralı bırakır. Onun yanında evsiz barksız dünya kadar insanın hayatı alt üst olur.

Sadece İtalya’da ölü sayısı iki bine yaklaştı.  Çin’de de öyle.  Mezarlıklar kokronavirüsünden ölen insanlarla doldu.

Bütün bunları ironik bir anlatım içinde okurlarıma aktarırken, gerek hükümetin, gerekse Cumhurbaşkanı Mustafa Akıncı’nın tedbir önerilerini yerinde ve takdirle karşılıyorum.  Alınan kararlara uymak hepimizin boynunun borcudur ve öyle de olmalıdır.  Bütün mesele hepimizin hayatı değil mi?

Bilmeliyiz ki bu savaşın mücahitleri bütün halkımız ve bütün toplum bireyleridir.