Maalesef bütün piyasa bütün gücüyle zam fırtınasına girdi.  O fırtına bütün insanları öylesine bir etkiledi ki, insanlar ne yapacaklarını bilemez oldular.  Bir yerde herkesin cebindeki para küçüldükçe, para da satın alma gücünü yitiriyor bu zam furyasında.
Hani bir laf vardır ya...
“Kör tuttuğunu şey eder” diye amiyane bir tabir.  Şimdi şu anda, piyasada malını satan herkes bütün mallarına zam yaptı.  Nasıl ve niçin derseniz, “Eeee... döviz bizi de vurdu” derler.  Hatta eti budu zayıf küçük esnaf bile ürettiği veya sattığı mala zam yapmış.  Tıpkı “Zaman para kazanma zamanı” dercesine bir tavır yani...
Öyle değil mi?
Piyasa maalesef pek çok istismarcılar ordusu yarattı.  Esasta şu malların zamlanmasını sorgulamak lazım.
Dövizin maliyet girdilerini etkilemesi bir yana, kendi doğal üretimine zamı oturtanları iyi takibe almak gerek.
Özellikle asgari ücretle geçinen tek motorlu insanlar nasıl geçinecekler bundan sonra onu merak ediyorum.  Kalabalık aileler ne yesinler, ne içsinler Allah aşkına.
Özellikle Türkiye’den gelen çok çocuklu işçilerin halleri yürekler acısı.  Bazen o işçilerle markette karşılaştığımızda, tahminen sekiz veya on tane ekmeği çantalara doldurup evin yolunu tuttuklarını görürüz.  Bir keresinde sormuştu bu durumdaki işçilerden birine.
“Bu kadar ekmeği kim yiyecek arkadaş?”
O da bana şu yanıtı vermişti:
“Abi evde toplam on iki boğazız.  Bunları doyurmak can yürek ister.  Çocukların çoğu gelişme ve bol yeme ve beslenme çağında.  Eti haftada bir veya on günde bir görürüz.  Zaman zaman da tavukçudan en ucuz tavuk boğazlarını, kanatlarını, yürek ve ciğerlerini alırız sırf evimize et girsin diye.  Hanım bol pilav ve çorba yapar.  Hatta çorbaya bandığımız ekmeğe bile başka bir ekmek parçası ile yedekleme yaparız.  Artık giyimi kuşamı unuttuk.  Zaten almıyorduk da, onlar da insandır.  Onların da canları zaman zaman birşeyler çeker.  Bu zamlarla, bu pahalılıkla biz ayakta nasıl duracağız söyler misiniz?”
Gerçekten içim parçalanmıştı.  Hangi yürek dayanır fakir fukaranın bu durumuna ve bu zamların acımasızlığına.  Üstüne üstlük sürekli euro bozup marketlerimizin yarısını evlerine götüren Rumları gördükçe, insan daha bir başka çıldırıyor bu ekonomik görüntü karşısında.
O adamcağızın özel hayatını sorgulamak veya yargılamak bize düşmez.  Lakin yine de çocuklarının yaşlarını sordum.
Adam terleyerek şu yanıtı veriyor bana:
“Abi, üç çocuğum üniversiteye başladı.  Onu takip edenlerden iki tanesi daha üniversiteye gidecek.  Diğerleri de her gün okulun yolunu tutuyor.  Okullar açıldı mı, bunların ayakkabıları, önlükleri, üniformaları ve daha nice kitap defteri var.  Şimdi kara kara düşünüyorum.  Memlekete dönsem bir bela, kalsam iki bela.”
Tabii ki bu ifadeler bazı hayatların gerçek görüntüleridir.  Lakin o adamcağıza sorma hakkım olmasa da, “Bu kadar çocuğu niye yaptın be adam” diye sormuş oluyorum.
Kısacası değneğin iki tarafı da pis.  Altını üstünü tutsak ellerimiz bulaşacak.  
Kimse bana “Ben bu yangının içinde değilim” demesin.  İmparator durumundaki büyük para babalarına ne diyebiliriz ki?  Onlar kendilerini garantiye almışlar.  Sterlinleri, euroları ve dövizleri bankalarında destelemişler, ondan ötesi onlara ne?
İşte iki fotoğraf karesi duruyor ömünüzde.  Bu fotoğraflara bakarak çözüm yolları arıyoruz.  Her ne kadar da “zaman kemer sıkma zamanıdır” desek de, insanların kemer sıkmadan belleri kopacak nerdeyse.  
İşte bu anlatılanlar olasıca fakirliği ta kendisidir.
Bundan sonra evinize alacağınız bir maddeyi bir kere değil, mutlaka iki veya üç kere düşünmek zorundasınız.
Daha ne diyelim ki... İşte dövizin tırmanışı, o tırmanışın yansımaları ve etkileşimleri ve insan manzaraları...