Krizle beraber krize girmesi yasak olanlar yöneticilerdir. Yöneticilik demek belirlenen hedeflere, amaçlara varmak için karşılaşılan engelleri aşmak sorunları çözmek demektir. Bu nedenle,
krizde olsalar bile yöneticilerin yaşadıkları sorunları ek sorunlar olarak dışa aksettirmeleri, asıl sorunların çözümünü daha da zorlaştırır ama kolaylaştırmaz.

Bir defa Kıbrıslı Türkler, en küçüğünden en büyüğüne kadar bilmelidirler ki, 1955 sonrasından 1960 ‘a kadar ve 1963 yılından bugüne kadar bu topraklarda bireysel ve toplumsal gailelerimiz hiç bitmedi ve bitmeyecektir de. Sakın bu sözlerimden kimse ümitsizliğe düşmesin ama, bölgemizde yani Ortadoğu’da hiç bitmeyecek olan güç savaşlarının tam ortasında yaşamakta olmamız, bizleri değilse de Kıbrıs ceziresini (adasını) çok özel kılmaktadır.
Birazcık gerilere bakıp gerçekleri görüp düşünelim ve değerlendirelim istiyorum. Bir defa 1960 öncesinde bir Birleşik Krallık ya da yaygın deyimiyle İngiliz kolonisi olan Kıbrıs topraklarında, cumhuriyetin kurulması ile beraber iki egemen yapı ortaya çıktı.
İngiltere hukuksal anamda, sadece kendi üs bölgeleri dışındaki topraklar üzerindeki egemenlik haklarını 1960 iki toplumlu Kıbrıs Cumhuriyeti’ne devretti. Yani adada iki tane egemen yapı böylece ortaya çıktı.
1963 yılında profesörKızılyürek’ın de deyimiyle “Kıbrıslı Rumlar Kıbrıs Cumhuriyeti’ne karşı isyan ederek”, bu devleti bir Rum devletine çevirdiler dönüştürdüler. Bu şekilde Türk ve Rum toplumlu ortak bir Kıbrıs Cumhuriyetine ait olan egemenlik hakları zorla ve silah gücü ile tamamen Rumların kontrolündeki bir devletin eline geçti. Kıbrıs sorunu ya da meselesi diye bilinen siyasal sorunun da temeli hala daha budur. Ada’da İngiliz üs bölgeleri dışındaki egemenlik hakları ve gücün Kıbrıslı Rumlar ve Türkler arasında paylaşılması ortaklaşılmasıdır. 1974 öncesinde yürütülen toplumlararası görüşmelerle bu sağlanamadı.
Egemenlik gücünün, 1960 Kıbrıs Cumhuriyeti devletinin iki siyasal eşit ortakları tarafından paylaşılması bir yana, 1974 Temmuzunda ada askeri bir darbe ile resmen Yunanistan’a bağlanmak da istendi.
15 Temmuz, 1974 Enosisteşebbüsü,garantörTürkiyenin yasal müdahalesi ile önlenebildi. Eğer bu askeri müdahale olmamış olsaydı bugün çoktan Kıbrıs Yunan adalarından birisi olurdu. Benim kişisel olarak bundan hiçbir şüphem yoktur.
Kıbrıs’taki 1974 savaşları Kıbrıslı Türklerin Rumların büyük ülküsü Enosis’i benimsememiş olmaları nedeniyle de gerçekleşti. Ada Türkleri kendi toplumsal varlıkları ve kimlikleri içerisinde, Rumların sağcısı solcusu büyük çoğunluğunun öğünerek kabul ettikleri Helen kimliğini istemediler, benimsemediler içselleştiremediler.
Günümüze gelecek olursak. 1974 sonrasından şimdilere kadar birçok siyasal, ekonomik, sosyal ve kültürel sorunlar yaşadığımız doğrudur. Bu sorunlar yeri ve zamanına göre büyük oldu küçük oldu. Bu sorunların aşılmasında gerektiğinde Türkiye ile de işbirliği yaparak başarılar da sağlandı bazan da başarısızlıklar oldu. Ama sonuçta bugünlere her şeye rağmen ulaşılabildi.
Özellikle 2004 yılında tek (Rum) toplumlu Kıbrıs Cumhuriyeti’nin, Kıbrıslı Türklerin adadaki eşit siyasal hakları AB tarafından es geçilerek üyeliğe kabul edilmiş olması, sonrasında da doğuakdenizdeki gaz kaynakları konusunun gündeme gelmesi Kıbrıs sorununa yeni boyutlar kazandırmış olduğu bilinmekte görülmektedir.
Kıbrıslı Rum adadaşların uluslararası platformlarda ya da arenalarda Kıbrıs adına tek başlarına hareket edebilme olanakları; dış ülkelerin de bilerek ve isteyerek göz yummasıyla,habire ve pervasızca bu olanakları Kıbrıslı Türkler ve Türkiye aleyhine kullanmaları, maalesef sadece Kıbrıs’ta değil tüm doğu Akdeniz ve bölgemizde yeni riskler yaratarak, her an yeni krizlere yol açabilecek potansiyel tehlikeler içermektedir.
Kıbrıs sorunun içinde büyümüş ve yaşlanmış birisi olarak şunları çok açık, net ve içtenlikle sizlerle paylaşmak üzerime borçtur.
Bir defa çok iyi bileceğiz ki, toplumsal tüm iyi niyetimize ve gayretlerimize karşın özellikle Avrupa Birliği, Kıbrıslı Türklere vermiş olduğu sözleri tutmadı, tutmak istemedi. Bizlere verilen doğrudan ticaret ve ulaşım sözleri utuldu gitti. Halbuki o günden bugüne kadar, dış dünya ile doğrudan ticaret yapabilen Kıbrıslı Türklerin durumu bugün çok daha iyi bir pozisyonda olurdu. AB Türkiye’ye de verdiği sözlerinden cayarak, Türkiye’nin üyelik perspektiflerini tamamen ortadan kaldıracak politikalar izlendi. Bunlar yapılırken de utanmazca, Kıbrıs Cumhuriyeti’nin arkasına saklanarak yapılmadık cambazlık kalmadı.
Kısaca 2000’li yıllarda yakalanan T.C’nin de üyelik perpektifiyle, Kıbrıs sorunun bir federasyonla sona erdirilmesi anlayış ve gayretlerinin içerisine edildi. Kendi vicdanımla ölçüp tarttığım zaman bu AB tarafından Kıbrıslı Türkler ve Türkiyeye karşı yapılmış olan bir kötülükten öte, düşmanlık taşıyan politikalardır.
Şu anda varılan noktada, AB Kıbrıs Rum tarafının ilgisi, bilgisi ve onayı dışında kuzey Kıbrıs’a tek avroluk bile yatırım yapamaz, yapamayacak durumdadır. AB’nin Kıbrıslı Türklere görünen anlayışı ve öngörüleri “Kıbrıs Cumhuriyeti” olarak tanıdıkları otoriteye zamanla daha da boyun eğmemizdir. Kısaca bizlerden istenen siyasal eşit ortaklık haklarımızdan vazgeçmemizdir.
En son söze gelelim. Kıbrıslı Türkler bugüne kadar bu ada toprakları üzerindeki toplumsal varlıklarını koruma ve sürdürmede doğal müttefik olarak gördükleri Türkiye’den gün geldi can istediler, kan istediler, para pul istediler. Kıbrıslı Türklerin bu talepleri günün koşullarının izin verdiği imkan ve kabiliyetler içerisinde karşılandığı için bugün buralarda varız.
Şimdilerde yaşanmakta olan ekonomik ve mali krizin nedenleri ne isterse olsun, bir şekilde çözülecektir zamanla. Çünkü öyle olmak zorundadır. 55 yıldır bu böyle olmuyor mu?
Bugün en temel konumuz naçizene kanaatime göre Türkiye’den para çok para, daha fazla para almak değil; alınan ve alacağımız paraları üretken  (generic) yatırımlara dönüştürmektir. Bu konuda şimdiye kadar ne kadar plan ve proje üretebildik ve ne kadarını yaşama geçirip başarabildik bana onu söyleyin.
Akdenizden çıkacak gazları da unutmayın. Hakkımızdır. Bizleri yaşadığımız topraklar üzerinde embargolarla, tehditlerle, yalancı ve sahte algılar yaratarak boğmak isteyenlere karşı ayaktayız ve ayakta olmaya da devam edeceğiz. Tüm bunları hükümetimiz nasıl görür, ne yapar halkımıza açıklasın da herkes bilsin.