Gerek Ramazan, gerek Kurban Bayramları olsun, gerekse yılbaşı geceleri, her zaman büyük acılara gark oluruz.  Bunun nedeni kabına sığamayan gençliğin içki ve süratli araba kullanmalarıdır.
Böyle özel günler, gurbette olan insanlar için çok önemlidir.  Belki aylarca, hatta yıllarca göremedikleri yakınlarını görebilme veya onlara kavuşabilme heyecanları onları yollara düşürür.
Bizim şu minnacık ülkemizde bile bayram veya özel günlerde pek çok trafik kazaları olurken, Almanya’dan  böyle özel günler için Türkiye’ye gelen “Almancılar”dan ne kadar çok ölen olmuş ve hala olmaktadır.  Yollar kana bulanır, hastaneler yaralılarla dolar taşar ve acılar katmerlenir insanların yüreğinde.
Gerçekte küçük ve sakin ülkelerde yaşayan insanlar büyük kentlere gittikleri zaman sudan çıkmış balığa dönerler.  Geniş caddeler, uzun yollar ve kaldırımlar, işportacılar, açık pazarlar ve dolu dolu geçen körüklü otobüsler ve trenler...
Bazen kendimi tartıyorum İstanbul’a gittiğimde.
“Sen bu büyük kentte yaşayabilir misin?”
Bu soruya yine kendim veriyorum.
“Hayır yaşayamam!”
Bir taksiye bindiniz mi, bir rüzgar gibi alır sürükler sizi o büyük kentin sokaklarında.  Veya trafiğin ortasındaki koşuşturmada deli divane olur ve gözünüzü dört açarsınız bir kazaya kurban gitmemek için.
İstanbul’dan Kıbrıs’a her dönüşümde, nedense kendimi savaştan çıkan bir asker gibi hissederim psikolojik olarak.  Hatta Kıbrıs dönüşümde arabama bindiğim zaman, İstanbul temposunun verdiği bir heyecanla ben de gaza basar ve rüzgar gibi gitmeye çalışırım şu bizim minnacık ülkemizin trafiğinde.
İşte o an eşim bana bir hatırlatma yapar.
“Galiba kendini hala İstanbul’da sanıyorsun” der.
    Bunlar bir yana...  Almanya’dan Türkiye’ye dönmekte olan gurbetçilerin oluşturdukları “işkence kuyrukları” hiç de çekilecek gibi değil.  İstanbul köprülerinin üzerinde bir kolye gibi dizilen araçların adım adım ilerlemesi insanın içini acıtıyor.
İşte o bağlamda İstanbul’dan yorgun dönerim Kıbrıs’a.
Gerçekten böyle bayram günlerinde büyük otobüslerin yapmakta oldukları kazalarda pek çok masum insan hayatını kaybetmektedir.  O insanların suçu ne?  Onların tek arzuları vardır, o da bir an evvel gidecekleri yere gidip özlem gidermek.
Galiba Kıbrıs trafiği daha bir sakin olacak bu Kurban Bayramında.  Bunun nedeni de, okulların kapalı olması.  Yani üniversite gençliğinin çoğunun Türkiye’ye dönmüş olmaları.  O bakımdan kendimizi şanslı addederiz can kaybının olmaması açısından.
İçki mi?
Evet içki!  Şişede duramayan körolasıca içki.
Nedense bazı insanlar araç kullanırken içki içmenin yasak olduğunu unutarak, böyle bayramlarda deli divane gibi içerler, sonra da trafiğin içine dalıp kaza yaparlar.  Ya ölürler, ya da ağır yaralanırlar.
Şunu unutmamak lazım...  İçki, şişede durduğu gibi durmaz.  
Bayram hatırlatmalarımız bir yana, bayramlar gerçekte bize nostaljiyi hatırlatıyor.  O çocukluk günlerimizde yeni giysilerimizi yatağımızın yanına koymayı, babamızın bayram namazından dönüşünü, annemin bayram hazırlığı telaşını ve el öpüşlerimiz.
Eskiden bizim Lefkoşa’nın İnönü Meydanı’na Ahmet Efendi’nin cincirakları kurulur, yemişçiler, helvacılar, içli köfteciler ve sandal salıncaklarla atlı karıncalar büyük bir renk katardı bayramlarımıza.  Ne güzeldi o günler...
Şimdiki çocuklar veya şimdiki nesil o günleri yaşamadıkları için o bayramın lezzetini bilmezler.  Onlar bilgisayarları ve çok gelişmiş cep telefonları ile her gün bayram yaparlar.  Yani eski günleri yaşatmaya kalksak mutlaka tatmin olmazlar.
Yani anlayacağınız dünya ve çağ değişti.  Nesiller ve teknoloji ile bayramların da tadı kalmadı.
Her ne ise... Bütün okurlarımın Kurban Bayramını yürekten kutlar, kazasız belasız bir bayram geçirmelerini dilerim.  Siz siz olun, Kurban Bayramı’nda kurban olmayın!