Uzun zamandan beri uykuda olan kuzey ve güney malları, yeniden gündeme geldi.  Lakin öyle anlıyoruz ki, Rumlar hala büyük bir hayalin peşinde koşmaya devam ediyor.  Bu bağlamda ünlü Rum avukat Ahilleas Dimitriadis’in şu sözleri o hayalciliği ortaya koyarken, yaklaşımının da tek tarfaflı olması nedeniyle kendisini eleştirme durumundayız.

            Şu ünlü Rum avukat şöyle bir demeç vermiş Fileleftheros gazetesine.

            “Kuzeydeki Rum mallarının, bugünkü haliyle alınmış değerini önemli ölçüde iyileştiren bir hesaplama yöntemi öneriyorum.”

            Şimdi altınla bakırı kıyaslamak gerekiyor.

            Rumların bugüne kadar tüm yaklaşımları, kendilerinin terkettikleri kuzeydeki malları altın, Türklerin güneyde terkettikleri malları ise bakırdır.

            Kıbrıs sorununun çözümlenmesinde çok önemli bir anahtar olan mal takası veya tazminatlar, hala bir soru işareti olarak kafalarda duruyor.

            Bu avukatın “Rum mallarının bugünkü haliyle değerlendirilmesindeki ölçü” ifadeleri geçekleri yansıtmıyor.

            Şöyle ki...

            Kabul etmek lazım...  Savaş geçirmiş ve kuzey-güney diye bölünmüş bir ülkenin, Nüfus Mübadele Anlaşması çerçevesinde malların da paylaşımı sağlanmışsa, elbette ki adadaki bütün malların değerlendirilmesi dikkate alınmalıdır.

            Bütün mesele alacak verecek meselesidir.  Lakin yaklaşım, güneydeki Türk mallarının hiçbir değeri olmadığı mealinde. Halbuki Rumlar, en değerli Türk mallarının üzerine çöreklenip, üzerlerine beş yıldızlı otel ve uçak alanı yapmışlardır.  Sadece otel veya uçak alanı değil.  Türk mallarının üzerine kamulaştırma marifetiyle yollar, köprüler, spor tesisleri ve daha nice yatırımlar yapmışlardır.

            Kuzeyde kurulmuş olan Mal Tazmin Komisyonu, fonksiyonel olarak epeyce işler başarmış ve pek çok da Rumun çıkarlarına hizmet etmiştir.

Kuzeyde de Rum malları üzerine oteller, tatil köyleri veya sosyal tesisler yapılmıştır.  Neden?  Mecburiyetten.

 “Kıbrıs Cumhuriyeti” diye adlandırdığımız ortak cumhuriyetten fırlatılıp atılan, onbir yıl gettolarda yaşamaya mahkum edilen ve özgürlüklerini 20 Temmuz 1974 Mutlu Barış Harekatı ile elde eden Kıbrıs Türkü başka ne yapabilirdi, var olmak için?

Subjektif değer dediğimiz birşey vardır.

Subjektif değer dediğimiz şey, bir malın albenisi bakımından çok yüksek olmasıdır.  Yani kentin en gözde yerindeki bir arsanın değeri ile dönümlerce dağların yamaçlarında veya ulaşımın mümkün olmadığı bir değerle kıyaslanamaz.

Kaldı ki o değerleri dikkate alarak hareket etmek, herhalde “Arap saçında birkete aramak” gibi birşey olsa gerek.  Savaş sonrasında her iki tarafta o kadar yatırımlar yapılmış, o kadar maddi ve fiziki değerler değişmiş ki, bunların hesabını yapmak ve bunu formüle etmek mümkün değildir.  Ama o Rum avukat yeni bir formül yaratmaya çalışıyor, nedense...

Önemli olan her iki tarafın da çözüme hazır olmasıdır.  Savaş iyi birşey değildir, bunu kabul ediyoruz.  Ki bu savaş Türkler yüzünden değil, Rumlar yüzünden yapılmıştır.

Bilmem hatırlar mısınız...

Birinci Harekattan sonra Cenevre’de Denktaş Bey tarafınca hazırlanıp Klerides’in önüne konan alternatif çözüm haritalarının hiçbiri kabul görmemiş ve orada film kopmuştu.

Nitekim “Ayşe tatile çıkmış”tı. Yani anlaşmazlıktan doğan veTürkiye ve Türk askerinin kendi stratejileri içinde bir çözümün gerçekleşmesi sağlanmıştır.  Ha böyle iken bile “zararın neresinden dönersek kardır” demeyen  ve çözüme prim vermeyen Klerides, yıllar sonra ele aldığı hatıralarında şöye demişti:

“Keşke birinci harekattan sonra sunulan tekliflerden birini kabul etseydim ve bu kadar insan göçmen durumuna düşmez ve mallar yönünden mağdur olmasaydı.”

Rumlar şimdi neden ağlıyorlar?

Ağlayın güney komşularımız.  Çünkü Kıbrıs’ı bu duruma getiren biz değil,  sizsiniz.  Dolayıısı ile Türkiye anlaşmalardan doğan garantörlük hakkını kullanarak adaya askeri operasyon düzenlemiştir.

Hani derler ya...

“Ölen ölür, kalan sağlar bizimdir” diye...

Evet ölen öldü, kalan sağlar da yaşamaya devam etti.  O yaşamanın temelinde de yeni toprak parçasında yeni bir hayat kurmak ve Kıbrıs gerçeklerini bilerek ve kabul ederek yaşamaktır.