Oldum olası Lefke ve yöresi hep bir “itilmişlik” içinde kalmıştır.  Ta ki Lefke Avrupa Üniversitesi ile ODTÜ Üniversitesi faaliyete geçip bölgeye güzel bir kalkınma sinyali verinceye kadar...
Genel anlamda bütün KKTC’nin fiziki ve doğallığını kıyasladığımızda, Lefke ve yöresinin diğer bölgelerden daha da zengin olduklarını söyleyebiliriz.  Sadece çevre güzelliği yanında hurma ağaçları bu yöremize bambaşka bir zenginlik ve bambaşka bir estetik katmaktadır.  Kaldı ki bu yörenin denize kadar uzanan doğallığı ve denizin meviliği, bunun yanında eski Osmanlı evleri ve köşkleri bir hazine niteliğinde.
Şayet bir nebze geçmişe uzanacak olursak, toplumsal çatışmalar ve insanların öldürülme korkusu, onları yaşadıkları bölgeden daha emin yerlere sürüklemiştir.  Mesela Güzelyurt ve çevresindeki köylerde yaşayan Türkler kendi öz mallarını bırakıp Lefke’ye göç etmişlerdir.  Bunun yanında Dillirgalılar da yerleşim bölgelerinden kaçmak zorunda kalmışlardı.
Gerçekçi olmak gerekirse Lefke Sancağı, o bölgenin en stratejik konumundaydı.  Yüksek bir kasabanın bölgeye hakim oluşu ve var olmak için herşeylerini ortaya koymaları bir tarihin sayfalarına sığamayacak kadar büyük ve zengindir.  Yerli halkla göçmen halk birbirine kenetlenip o zor günleri atlatmışlardır.  İşin bir düğer yüzü de, 20 Temmuz 1974 sonrasında Lefke’ye göçmen gidenler Güzelyurt ve yöresine akın etmişlerdi. Uzun yıllar çektikleri acıların hesabını sorarcasına Rum ev ve iş yerlerine yerleşmişler ve kendilerine yeni bir gelecek hazırlamışlardı.
O dönemin insanları, o bölgeyi “Terkedilmiş bir Lefke” olarak nitelemişlerdi.  Artık herkes kendi geleceğini peşine düşünce, gerçek yerli Lefkeliler bile Lefke’yi terketmeye başlamışlardı.
Bazen kendime şunu söylerim...
“KKTC Kurucu Cumhurbaşkanı Rauf Denktaş akıllı adamdı.  Lefke’nin kararmış akibetini görünce hep kahreder ve o bölge için bir çıkış yolu arardı.”
İşte o çıkış yolu onun için, Lefke’ye bir üniversite açmak olduğunu görmüş ve adeta uyanmıştı.  Adeta bir kıvılcım çakmıştı kafasında.  Hemen dört bir tarafa talimatlar yağdırmaya başlamıştı, Lefke Üniversitesi’nin kuruluşu için.
Nitekim onu başarmıştı.  Ama bitmemişti.
Zaman zaman kendisi ile sohbetlerimizde hep bu konuyu konuşur ve Lefke’nin kalkınması için fikir teatisinde bulunurduk.
Güzelyurt’ta açılan bir yıldızlı otelin tahsisinin müjdesini kendisine verdiğimde çok mutlu olmuş ve şöyle demişti:
“Millet Girne’de beş yıldızlı oteller dururken Lefke’deki tek yıldızlı otele gitmez.  Ama yine de hiç olmamaktan iyidir.  Lakin Lefke’nin doğal zenginliği bir yana, mutlaka kalkınmak için birşeyler yapılmalıdır. Belki de bölgenin ilk oteli, geleceğin habercisidir”
Güzelyurt ve Lefke yöresi narenciye ve sulu ziraat bölgesidir.  Bu işin meraksılı Türkiyeli turistler, sırf yerinde  bölgeyi incelemek için günübirlik gelirler ve kaçarlardı.  Hatta nareciyeyi dalına hiç göremeyen veya dalından koparmayan iç Anadolu kentlerinin insanları o nedenle gelmiş olurları bölgeye.
Üniversiteler açılınca halk da uyanmaya başlamıştı.  Özellikle öğrenci aileleri Lefke ve Güzelyurt yöresine gelmeye başladıklarında, Bostancı yolu üzerindeki o küçük otel de rağbete binmişti.  Bunun yanında bazı insanlar evlerini turizm amaçlı düzenlemeye başlamışlardı.  Tabii ki bölgenin kalkınmasının bir parçası da bölgeye yurtlar yapılması ve eski veya apartman gibi evlerin öğrencilere kiralanması ile bölge ekonomik yönden kalkınmaya başladı.
Gemikonğı sahilindeki lokantalar, askeri restorant ve kantinler, yaz zamanlarının o güzelim plajları ve sahil boyunca yapılan geziler, sahile yaslanmış koruluklar, işte Lefke’nin ve yöresinin zenginliklerini oluşturan unsurlardır.
İnsanı sevindiren şey, bölge halkının çevreye son derece duyarlı olmaları.  Onların en büyük talihsizlikleri elbette ki CMC maden atıklarıdır.  Yıllar önce bir Amerikan şirketi gelip bakır madenlerimizi oydu oydu gitti, sonra da bize pisliği kaldı.  Pisliği bir yana...  O maden tozlarından ne kadar insan kanser ve akciğer kanseri oldu.  Kaç yüz dönüm narenciye bahçesi zarar gördü.
Bir zamanlar görev için Güzelyurt yöresine gittiğimde, denizin kızıl bir renge büründüğüne şahit olmuşumdur.  Kırmızı bir denizde yüzmek nasıl bir şey diye içimden geçirmiştim.  Bu mümkün değildi.  Am yazın kavurucu sıcaklarında çevre çodukları yine de o kırmızı denizde yıkanmaktan korkmazlardı.   Denizin kırmızılaşması, maden atıklarından kaynaklanıyordu.
İşte bütün bunlar geride kaldı diyoruz da, yine de o madenin tortusu zaman zaman bölge halkını rahatsız ediyor.  Üzerinden yıllar geçince o kırmızı deniz, masmavi denize dönüşmüştü.  Neden?  Çünkü bölgedeki bakır madeni atıkları, asgariye inmiştir.
Hani derler ya...
“Zararın neresinden dönersek kardır” diye...
O bağlamda güven kazanan Lefke yöresi ve halkı, kendilerine daha bir stratejik ve daha bir planlı gelecek hazırlamanın peşinde.  Hele bir de oralara beş yıldızlı ve gazinolu oteller yapılmaya başlasın da siz görün Lefke topraklarının ne kadar değer kazanacağını ve refahın ne kadar tırmanacağını.
Bütün bölgelerde olduğu gibi, Lefke’de de eko günü yapılır.  Onların eko günleri hurma ağaçları ve hurma meyveleridir.  Hele bir düşünün... Şu minnacık ülkemizde “Hurmalı bir yaşamı” gözlemleme şansımız olur.
Gelecek Lefke halkına neler vaad ediyor?  Mutlu bir gelecekle güçlü bir inanç, onların umutlarının meyvası olacaktır, diye düşünüyorum.
Güzelim Lefke...