Yıllarca Lomacı Kapısı’nın açılması için çok büyük mücadeleler verilmiştir.  Lefkoşa surlariçinin tek umut kapısı olan bu çarşı merkezinin ötesinde, artık oraları, Alaçatı’daki gibi delik dirsek küçük küçük kafeler, restorantlar ve otantik eşya satıcıları ile doldu.  Bu da elbette ki esnafa umut oluyor.

            Lefkoşa kent merkezine geçişler iki noktadan sağlanıyor.  Gerek kuzeyden güneye, gerekse güneyden kuzeye.  Her iki tarafın yoğun olarak kullandığı kapı, Metehan Kapısıdır.  Lokmacı kapısı, kent merkezinde oturan veya geçişleri kolay bulan kuzey ve güney insanları onlar için kısa günün karı niteliği taşır.

            Lokmacı Kapısı kokronavirüs nedeniyle iki yıl gibi bir kapanmaya gidince, oradaki esnaf da hayli sıkıntıya düşmüştü.  Hatta Bostancı ve Mağusa kapıları da koronavirüs nedeniyle kapanmıştı.

            Tümünün sorduğu soru şuydu:

            “N’olacak halimiz?  Koronavirüs ne zaman bitecek?”

            Hep bu soru karmaşasının içinde koskoca iki buçuk yıl gibi bir zaman geçti ve koronavirüs herdeyse ülkemizi terkediyor.  Aşılar da tamamlandığına ve halk da bilinçlendiğine göre, hayat kısmen normale dönmeye başladı.

            Lokmacı kapısından kuzeye geçenler bayağı alış-veriş yapıyorlar.  Hem yiyecek, hem giyecek, hem de hediyelik eşya bakımından.

            Lakin onları mutlu eden en önemli odak noktası, Büyük Han’daki ortamdır.  Güneyden geçen insanlar şöyle arastayı baştan aşağı bir dolaşırlar, alış-verişlerini yaparlar, sonra da Büyük Han’da şöyle bir soluklanırlar.  Yemeklerini yerler, kahvelerini içerler.  O soluklanmanın ardından, bir de güneye geçiş başlar ki, o geçişlerde de alış-verişlerine devam ederler.  Bu güzel bir şey.  Genel olarak bölge esnafı bu durumdan memnun.  İnşallah başka anormallikler yaşanmaz ve hayat devam eder.  En azından parasal yönden bu alış-verişlerde esnafın yüzü güler.

            Çarşı kafalarına baktığımızda, pek çok yabancı turisti de görmemiz mümkün.

            Şayet günlük hayatımızın analizini yapar ve marketlerdeki hareketliliğe dikkat edersek, her iki adımda bir, üç harfli Rum arabalarına rastlamamız mümkün.

            Metehan kapısından geçenler, genellikle kuzeyde euro bozdurup, daha ucuza marketlerden mal almayı amaçlayan Rumlardır.  Onlar için hayat daha bir ucuzluyor, avuçlarında euro olduğu için.  Bize ne?  Onların kârına olan alış verişler, elbette ki bizim marketlerimiz ve satış merkezlerimiz için kârdır.  Onların alış verişlerinden bizim cebimize para düşmez deriz da yine de kuzeydeki esnafın ve iş merkezlerinin cebine para düşüyor.

            Bazen hiç beklemediğimiz delik dirsekten Rum arabalarına rastlarız.  Demek iyice kuzeyin deliğini dirseğini öğrenmiş güney komşularımız.

            Ara ara bazı ezcanelerden de alış veriş yaptıklarına tanık oluruz Rumların.

            Gazinolar, Rumlar için bulunmaz bir eğlence merkezidir. Bir gazinonun park yerine giriniz, arabaların en az yarısının Rum araçlarından oluştuğunu görürsünüz.

            İki toplum veya iki halk arasındaki tezatlar ve siyasi sürtüşmeler olsa da, insanlar kendi çıkarlarına bakıyorlar.  İnsanların çıkarlarına olmasa kuzeye geçerler mi?  Geçmezler.

            Ara ara kuzeyden güneye geçen Türkler de artık bazı maddeleri kıyaslamaya başladılar.  O kıyaslamada güneydeki mallarla kuzeydeki malları euro ve TL bazında kıyasladıklarında, bazı malların maalesef kuzeyde daha pahalı olduğunu görürler.  O ince hesaplarda da herkes cebine bakıyor.  Kuzeyin fiyatları mı, güneyin fiyatları mı?

            Şayet bir gün bir anlaşma olursa, herhalde kuzeyde de euro kullanılmaya başlayacak ve her iki taraf da o eşitlik temelinde hayatlarına devam edecek.  Bu uzak bir hayal gibi görünse de, sürpriz bir anlaşma olmayacak değildir.

            Değişen dünya değerleri, Türkiye’nin çıkarları ve yükselen değerleri, Yunanistan-Türkiye yaklaşımı, ilişkilerin iyileştirilmesi umudu hala vardır da, nedense bir türlü huzur ve barış kapıları bir türlü bizleri o uzlaşı limanına götüremiyor.

            Bazen kör, bazen topal olarak niteleyebileceğimiz şu ilişkiler, hep böyle mi sürecek?

            Bir de şu tepkiyi koyarız.

            “Şu anda biz Türklerin nesi eksiktir kuzeyde?  Rumlara muhtaç mıyız?”

            Evet Rumlara muhtaç değiliz de, olayı Türk-Rum çıkarlarına getirdiğimizde, ısrarla güneyden mal almak da, bir çeşit ihanet gibi görülebiliyor.  Yine de millet çıkarına bakıyor, haklı olarak.

            Yani  şu kapılardan geçip gidenler, hayatlarına devam ediyorlar ama, günübirlik  temas ve alış-verişlerin de bir nebze değişiklik ve açılıma katkı koyduğunu düşünebiliriz.