Kıbrıs’ın etrafındaki denizlerin dibinde “kaynayan gazlar” henüz daha dışarıya püskürmeye başlamadı. Ancak belli olmuştur ki, 2000’li yıllarda ada’nın AB üyeliğinin çözümle birlikte gerçekleştirilmesi ihtimalinin o yıllarda sağladığı motivasyonun benzerini, Doğu Akdeniz’de varlığı tahmin edilen enerji kaynaklarıyla ilgili duyumlar tetiklemeye başlamıştır bile.. Daha gazlar çıkmadan, satılmadan, birilerini ısıtmadan, bir yerlerde fabrikaların çarklarını döndürmeye başlamadan, Kıbrıs sorunu ile ilgili gelişmeleri bayağı ısıtmaya başlamıştır.
21 Aralık, 1963’den beri iki toplumlu (Kıbrıslı Türk ve Kıbrıslı Rum) Kıbrıs Cumhuriyeti devletini tek (Rum) toplumlu bir devlete dönüştürmüş bulunan Rum siyasal liderliği, Kıbrıs sorunuyla ilgili neredeyse tüm açıklamalarında, Kıbrıs’ın MEB’den (Münhasır Ekonomik Bölge) de söz etmeyi gerekli görmektedirler. Özellikle son yıllarda Doğu Akdeniz’deki  enerji kaynaklarının araştırılıp geliştirilmesi ve güvenliğinin sağlanması ile ilgili bölge ülkeleriyle kurmuş oldukları ittifaklarda Rum siyasal sorumluları, çok ilginç manevralar ve taktikler de sergilemektedirler. Bunun nedeni tüm dünyanın ve özellikle de ittifak kurdukları ülkelerin ada’da Kıbrıslı Türklerin de hak sahibi olarak, bu kaynaklarda paylarının olduğunu bilmeleridir.
Ne var ki, Rum siyasal elitleri Kıbrıs’ın MEB’i ve Kıbrıs sorunu arasında bağlantı kurarken, enerji kaynakları konusunu kendileri leyhlerine tavizler koparacak şekilde değerlendirme ve yorumları özellikle yapıyorlar. Bu acaip ama geleneksel Rum siyasal manevralarının en sonuncusu Rum lider Anastasiades’ten geldi. 
Anastasiades, “ Doğal kaynaklar Kıbrıslı Rumlara aittir demedik” diyor ve ekliyor. “Kıbrıs devleti’ne ve dolayısıyla bu ülkede ikamet eden herkese dolayısıyla Kıbrıslı Türklere de aittir”.
55 yıldır Kıbrıs devleti’ni uluslararası antlaşmalar ve 1960 Anayasası hilafına işgal etmekte olan Rum tarafı değil mi peki? Anastasiades 1963 yılında Rum tarafının yaptığı darbeyi de bu şekilde meşrulaştırmak peşindedir hala. KAVGA DA BU ESASEN.
Kıbrıs MEB’inin ilanından başlayarak, enerji kaynaklarının araştırılması ve geliştirilmesinde Kıbrıslı Türklerinin de en az Rum toplumu kadar eşit söz hakkı  ve irade koyma hakları vardır bay Anastasiades. Gelecekte bile Federal devletin yetki alanına devredilmesini kabul ettiğiniz bu hakları Kıbrıs Rum tarafı kendi başına kullanma hakkını nereden buluyor? Yanıtları tahmin edebiliyorum.
“Kıbrıs Cumhuriyeti’ni BM tanıyor, Kıbrıs Cumhuriyeti AB üyesidir”..Tüm bu tanınmalar ve üyelikler yeterli olsaydı, şimdiye kadar Kıbrıs sorunu çoktan ortadan kalkar, sizin de hala daha “sıfır garanti, sıfır asker” demenize bile gerek kalmazdı baylar.
Burada öz şudur ve Başabakan Erhürman’nın sözleri hala havada salınıp durmaktadır. Kıbrıs’ın MEB’ineki enerji kaynaklarında Kıbrıslı Türkleri pay sahibidirler ve irade koyma hakları da vardır geçerlidir.
 Rum lideri Anastasiades, 1963 darbesinin, Kıbrıs devletini tek (Rum) toplumun işgaline koyan sonuçları üzerinden, 2018 yılında siyaset yaptığını sanıyor.
Bu noktada takip edilebilecek adil ve meşru, anayasal ve yasal yol, Kıbrıslı Rumlar ve Kıbrıslı Türklerden oluşacak ortak bir komitenin, ortak bir Kıbrıs devletinin yokluğunda ortak bir enerji stratejisi doğrultusunda bu topraklarda federal bir devlet kurulana kadar, faaliyete sokulmasıdır.
Anastasiades’i duyuyorum, “Bu Kıbrıs Devletinin Egemenlik hakkıdır” diye. Peki ama Kıbrıs devleti adına karar vrmek kimlerin hakkıdır Bay Başkan? Kıbrıslı Türklerinin siyasal iradelerinin tamamen dışlandığı bir Kıbrıs devleti mümkün mü? Kıbrıs devleti sizlerin dediği ve söylediğiniz gibi kurulmadı. Federal devlet de öyle olmayacaktır. Eğer olacaksa!
Ege’de ve Akdeniz’de Türk ve Yunan uluslarının dostluk ve işbirliğini, bu alanları istikrar ve barış alanları, işbirliği ve refah alanları yapabilme şansı hala vardır. Kıbrıs’ta, meşru federal bir devlette siyasal güç paylaşımı başta olmak üzere, sorunun çözümünde başarıya ulaşılması, başta adada yaşayan toplumlar olmak üzere, tüm bölgemiz için huzur ve denge getirecektir.
21. yüzyıldayız ve artık rüyalardan, hülyalardan, hayallerden ve sözde “ulusal emellerden” kurtulmanın zamanıdır. Kıbrıslı Türklerin 55 yıldır Rum tarafınca çiğnenmekte olan Kıbrıs devleti’ndeki devletsel hakları, müşterek egemenlikteki sahiplilikleri tanınmadığı, kabul edilmediği sürece, 55 yıl daha havanda su dövmeğe devam edilir ancak. 
Bu durum 55 yıl devam ettiğine göre, demek ki Rum siyasal elitleri başta olmak üzere, onları tek toplumlu ve anayasa dışı olmalarını görmemezlikten gelerek tanıyanların da işlerine yarıyormuş;  ki tanımaya, AB gibi uluslararası ekonomik ve siyasal bir birliğe  siyasal cambazlıklarla da üye yapabiliyorlar. Ancak bir başka gerçek şu ki tüm bunlar1959-60 antlaşmaları ve 1960 Kıbrıs Anayasası’nı ortadan kaldırmıyor, kaldırmaya yetmiyor. BM tarafından tanınmışlık, AB üyeliği de bozamıyor bu durumu. Değiştirmek ya da ortadan kaldırmak için oturup karşılıklı anlaşmak, uzlaşmak gerekiyor taraflar arasında.
Şunu da söylemek gerek, Kıbrıs sorunu  çok ciddi anlamda, AB’nin cinsini de cibilliyetini de test etmeye başlamıştır ve önümüzdeki zamanlarda daha da test edecektir. İnsan hakları, demokrasi ve özgürlük, hak hukuk kamuflajları bir yere kadardır? AB üyeleri kendi aralarındaki sorunları “savaşma, çatışma, konuş” ilkeleri ile çözümlemeyi temel almışken, başka ülkelerle olan anlaşmazlıklarında kullanılmak üzere silahlı güçler oluşturulmasına yeşil ışık yakabiliyorlar. “Bu ne yaman çelişki annem” (A.Kaya) .Bu ne yaman paradoks!