Birçok orta eğitim okullarımızda  bugün-yarın, yılsonu final sınavlarının son günü. Geçtiğimiz hafta başlayan sınavlarda öğretmenlerimiz de öğrencilerimiz de bir ders yılında harcadıkları emeklerinin karşılığını alabilme ilgi ve merağı içerisinde son çabalarını harcıyorlar. Örgün öğretimin 3. Ayağı veliler de ta derinden, sınav günlerini çocuklarıyla   beraber yaşıyorlar, ümitle “iyi karne” beklentilerini dillendirerek.
Birçok kolej diye sınıflandırılan kamu ve özel okullarında, yılsonu final sınavları yanında, özellikle İngiltere, Avrupa ülkeleri veya ABD’de öğrenim görmek isteyen çocuklar, önceden IGCSE diye bilinen sınavlara da oturdular. Neyse ki, yoğun çalışma günlerinden sonra hak edilen tatil başlamak üzere.
Hemen altını çizmek gerekir ki, Kıbrıslı Türkler ya da Kuzey Kıbrıs olarak uluslararası sınavlarda dünya standartlarını yakalamış olmamız hatta dünya birincileri çıkarmakta olmamız, başta çocuklarımız ve eğitimimiz adına her zaman iftihar vesilesidir.
 KKTC’deki eğitim sisteminin haklı olarak eleştirilen birçok yanlarına karşın, bir türlü daha çağdaş ve eşitlikçi, adaletli bir eğitim fırsatı yaratacak yapılara ulaşılamamış olması, bunun, ülkenin geleceği için yaratacağı ekonomik ve sosyal risklerin de hükümetler tarafından sadece görülmesini değil, gereken eylemlerin de ortaya konmasını beklemek, yurttaşların en temel haklarındandır.
Eğitimin çok küçük yaşlarda herkese açık ve ulaşılabilecek olanaklarla halkımıza sunulmasını beklemek ve istemek, demokratik isteklerden en haklı olanıdır diye de yazabilirim. Sadece parası ve gücü olan ailelerin çocuklarının ulaşabileceği olanaklar, kamu-özel işbirliği içerisinde mümkün olduğu kadar tüm çocukların da bir şekilde yararlanmasına sunulabilmelidir.
Buraya kadar bizdeki öğretim ve eğitime değindikten sonra, biraz da öğrenme olayını irdelemek isterim.
Her türlü öğrenmenin en temel güdüleyicilerinin insan zekasından kaynaklandığı filozoflar tarafından, eğitimciler tarafından tartışılmakla beraber, insan zekasının da ne olduğu nereden kaynaklandığı ve nereden beslenmekte olduğu da binlerce yıl önce düşünürler tarafından ortaya konmaya çalışılmıştır.
Eski Yunan filizofları zekayı tanımlarken, insanın merak duygusunu ön plana çıkarmışlardır. İnsanın derin merak duygusuyla güdümlenerek dikkatini belli konu veya olaylara bıkmadan usanmadan ve inatla odaklaması, derinden anlama arzusu, zeka denen faktörü ortaya çıkarıyor.
Geçtiğimiz ay Yakın Doğu Üniversitesindeki konferansını izleme şansı bulduğum, Nobel ödüllü bilim insanı Aziz Sancar da, yıllardır sürdürdüğü çalışmalarındaki ısrar ve devamlılığın yani merakın başarısındaki esas neden olduğunu birçok kez tekrarlayarak özellikle vurgulamıştır.
Son günlerde internet sosyal platformlarından Youtube’a ortamında Finlandiya’daki öğretim sistemi gündeme getirildi. Yeme içme saatleri de dahil olmak üzere, Fin okullarında haftalık toplam ders saatleri 20’yi geçmiyor. Ödev diye bir şey de yok.
Buna çok şaşıran Amerikalı tanınmış muhabir, “ bu kadar müfredato nasıl tamamlayıp da eğitimde dünya birinciliğini yakalayabiliyorsunuz” diye sorduğu zaman Fin öğretmen şu yanıtı veriyor:
“ Çocukların  öğrenme ve kavrama yetenekleri en rahat oldukları zamanlarda çok daha üst noktalara çıkıyor.” Kısaca konuların beyinlere empoze edildiği değil, çoğunluk saatlerde çevrede oynamaya, kendi meraklarıyla doğa ve doğadaki herşeyle serbestçe etkileşime bırakılan çocukların beyni, öğretmenlerine birçok sorularla ve doğadan ve sosyal çevreden topladıkları örnekler ya da yaptıkları gözlemlerle dönmelerini sağlıyor.
İşte böyle bir ortam içerisinde, öğrenme, merakının peşinde koşma rüzgarlarıyla coşan çocuklar çok daha hızlı ve etkili bir öğrenme modu içerisinde, kendilerine söylenenleri çok daha etkili ve hızlı şekilde anlıyorlar kavrıyorlar.
Şunu da hemen belirteyim. Dünyada yeteneksiz çocuk veya insan yoktur. Bu nedenle çocuklarımızın meraklanacakları yeni meraklar edinecekleri öğretici ortamlarla, görsellerle etkileşmelerini sağlamak ve onların meraklarının ne olduğunu, eğilimlerini, neleri öğrenirken gerçekten bunu mutlu ve istekli olarak yaptıklarını aileler olarak bizler de bilmeli ve farkında olmalıyız. Bunları çocuklarımız ve öğretmenleri ile de konuşarak bu MERAKLARIN ileriye taşınmasında her türlü işbirliğini yapmalıyoz.
Meraklı ve meraklarla dolu insanlar yetiştirmek her şeyin başıdır. Zekanın da başarının da temelindeki bitmez tükenmez enerji, itici, güdümleyici güç budur.
Doğal gelişimleri içerisinde meraklar edinmelerine fırsat verilmiş çocuklar, zamanı geldiğinde güzel niteliklerle de donatılmış bireyler olarak toplumsal yaşamdaki rollerini her yönüyle  de başarıyla yerine getireceklerdir.
Sadece çocuklarımızın karnelerine bakıp karar vermeyelim. Sorun çocuklarınıza, “En meraklı olduğun mutlu olduğun konular dersler hangileridir diye”.Alacağınız yanıtları da öğretmenleriyle de tartışarak eğitim sürecine sizler de bir güzel merak salın.Bunu yaparsanız sonu mutlaka güzel olacak heyecanlı bir yolculuğa çıkmışsınızdır demektir.İyi yolculuklar.