İki üç gün önce kaybettiğimiz çok değerli dostum, kader arkadaşım ve katıksız milliyetçi ve Atatürkçü Merih Evrim kardeşimizi maalesef son yolculuğuna uğurladık.  Yıllardan beri onun diyaliz makinası ile yaşadığını bildiğimizdendi ki, her an ölümün onun kapısını çalabilirdi.  Nitekim o gün de gelmişti.
Çoğu insan Merih Evrim’i bilmez.  Eski insanlar ve bir dönemi birlikte geçirmiş mücadeleciler onu hep, “Merih Hasan” olarak bildi ve tanıdı.  Soyadı Kanunu geçince de “Evrim” soyadını almıştı.
21 Aralık 1963 olaylarında tanımıştım Merih Evrim’i.  Kardeşi Adnan’la da dostluğumuz vardı.  Hatta Sanatçılar Ocağı’nda birlikte sanat üzerine çalışmalar yapardık.
Temelde Merih Evrim ve kardeşleri Omorfo’lu (Güzelyurt)’ludurlar.   Orada doğmuşlar ama hayatlarını hep Lefkoşa’da kurmuşlardı.
Merih Bey’in kamudaki görevi Tapu’culuktu.  Çok mükemmel İngilizcesi ve Rumcası vardı. 
21 Aralık 1963’te onunla yollarımız Cumhurbaşkan Muavinliği sarayında birleşmişti.  Bayraktarlık onu Cumhurbaşkan Muavinliği İrtibat Bürosu’nun başına koymuştu.  Ben ise Cumhurbaşkan Muavinliği’nde çalışan ve olaylarla birlikte merhum Lider Dr. Küçük’ün Özel Kalem görevlerini üstlenmiştim.
Merih Bey, bence bu toplumun içinde “Sessiz Kahraman” olarak niteleyebileceğim çok büyük bir değerdi.
Onun kahramanlığı ciltlere sığamayacak kadar çoktu.  Gerçekte 21 Aralık 1963 olayları ile 4 Nisan 1968 kapıların açıldığı dönem arasında yaşananları yeni nesil hiç bilmez ve kendilerine anlatılanlar bir bulut gibi geçer kafalarından.
Hele bir düşünün...
Adanın her tarafından kan geliyor, Rumun silahları kan kusuyordu.  O büyük göç de o zaman yaşanmıştı.
İrtibatsızlık can yakıyordu.  Bölük pörçük olmuş insanların çektiği acılar asla unutulamaz. Ve bizler hala Rumlarla bir gelecek arıyoruz.
Merih Evrim, ada genelindeki irtibatsızlığın ne kadar zor olduğunu yine bana anlatmıştı bundan bir süre önce.  Zaten gece nöbetlerimizde onunla sabahlara kadar oturup gelen raporları bekler, sonra da raporlar gelince Bayraktarlığa havale ederdik.
Mesela olaylardaki irtibatsızlığı gidermek için Merih Evrim, Kızılhaç’ın kendisine ulaştırdığı on cm uzunluğundaki minicik haberleşme formlarını adanın dört bir tarafına gönderirdi.  Kiminle mi gönderirdi?  Türk dostu, yüreği sevgi ve insanlık dolu Major Macey ile.  Her gün tomarlarla irtibar formları gelirdi Lefkoşa’da ikamet eden insanlardan.  Civar köylerden de gelirdi.  Yakınlarından haber alamayan insanlar, o formlara çok kısa mesajlar yazarlar ve aynı yoldan haber beklediklerini ifade ederlerdi.  Tabii ki sadece giden mesaj  formları değildi halkın beklentisi.  Bir de Merih Bey’e Major Macey vasıtasıyla göçmen ve irtibatı kaybolan Türklerden binlerce mesaj gelir, o da göçmenlere iletirdi.
Erenköy savaşları sonrasında orada mahsur kalan gençlerin ihtiyaçları için BM helikopterine biner ve onlara hem giyecek, hem yiyecek, hem de yakınlarından mektup götürürdü.
Göçmenköy çadırlarındaki insanların acılarına da merhem oluyordu hatta.
Major Macey dedim de aklıma geldi.  Major Macey, katıksız bir Türk dostuydu.  Rumun yasakladığı önemli ilaç ve ihtiyaçları o temin ederdi bize Rum tarafından.  Hatta oğlum Dr. Mustafa için ona para verir ve bize Rum tüccarlardan toz süt getirirdi.  Tabii ki o Türklerin var oluş mücadelesine büyük katkılar koymuş gerçek kahramandı.  Bölgelerdeki mücahitlere bile silah ve mermi götürürdü.  Lakin Rumlar onu da yaşatmadılar.  Bir gün Macey birdenbire buharlaşıverdi.  1964’ten beri ne kemikleri, ne de askeri cipi bulunabildi Macey’nin.  Ona da dini ötesinde Tanrı’dan rahmet diliyorum.
Yıllar sonra emekli olduğumda, şirketimi Ontaş İş Hanında kurmuştum.  Aynı iş yerinde zeminde Merih Evrim’in de bir dükkanı vardı.  Kendisi ile sabah kahvemizi birlikte içer, eski günleri yad ederdik.
Mesela “Dr. Fazıl Küçük’le Geçen Günlerim” adlı kitabıma onun anlatmış olduğu çok acı ama çok da ilginç bir anısını almıştım.  Neydi o?  Beyrut’ta mahsur kalan 80 üniversiteli kızlarımızın o çarpışmalarda yakınlarından haber alamadıkları için uçak kiralayışları ve pilotun da onları Beyrut’a götürüp bırakmasıydı.
O kızların çaresizliğini Merih Bey Bayraktar’a aktarınca, Bayraktar: “Merih Bey, siz çare bulun birlikte çözelim bu sorunu.  Şayet para sorunu olursa haberim olsun” demişti Bayraktar Kenan Coygun.
Nitekim Merih Bey İngiliz Ekçisi ile temas ederek British Airways’den bir uçak kiralayarak o kızları, BM askerlerinin eskortluğunda Türk bölgesine getirtmişti.  Kiralanan uçak parasını ise Bayraktar vermişti.
Şimdi barış havarisi kesilen bazı insanlar bilmelidirler ki bu vatan öyle kolay kolay vatan olmadı.  Bu acıları yaşamayanlar ve geçmişi öğrenmeyenler, işte böyle yeniden Rumun kucağına oturmak için heveslenirler nedense.
İşte bu gerçekleri böyle çok değerli insanlar sayesinde anlatıyoruz, gençler öğrensinler diye.
Merih Evrim’i asla ve asla anılarımdan ve yüreğimden silemeyecek ve o hep orada kalacak.
Belki bir gün onun hayatını kitaplaştırırım.  Son buluşmamızda kendisine bir defter açmasını ve gelişigüzel anılarını o deftere yazmasını rica etmiştim.  Bilemiyorum... Yazdı mı yazmadı mı bilemiyorum.  İnşallah yazmıştır.  Ailesine soracağım.
Bir aya kadar çıkacak olan “Gidişle Dönüşün Romanı- Kayıp İnsanlar Dramı” adlı kitabımın en önemli kahramanlarındandır Merih Evrim.  Birlikte yaşadıklarımızı, kayıp insanların acılarını ve o büyük beklentilerini bir hamur yaparak o kitaba hayat verdim.  Ve ölmeden önce de kitabın son müsvettesini ona verip okuttum.  Ne kadar mutlu olmuştu size anlatamam. Ne yazık ki o kitabı bitmiş haliyle göremedi.  Lakin onu o kitabımla kalıcı ve unutulmaz yaptığım için çok mutluyum.
Ne yalan söyleyim onun aziz hatırasına ayrıca bir kitap yazmak isterim.  Bilsin bazı efendiler bu davada kimin kahraman, kimin hain olduğunu.
Ne söylesek boş.  Belki biz de bu dünyadan göçtüğümüzde bir vefalı insan çıkar ve verdiğimiz mücaleyi anlatır.
İşte hayat o kadar acı bir kitaptır sevgili okurlarım.
Allahtan ona gani gani rahmet, yaslı ailesine başsağlığı dilerim.