Biliyorsunuz, insanlar boyundan büyük işlere karışmamalı.
Karışacak olsa da, hemen pişman olup, kuyruğunu kısmalı. Parmakları ucunda yükselip ilerisine bakmamalı. İnsanlar sadece önünü görmeli; ilerisine pek bakmamalı; iyi değildir derler.
“Bakarsak ne olur?”
“Görürsün!”
“Daha iyi ya!..”
“Yoo, hiç sanmıyorum. Büyüklerimiz bizim için daha iyisini görür, değerlendirir!..”
Efendim, Türkiye’de seçimleri ardımızda bırakalı sadece birkaç hafta oldu. Daha seçim sonuçlarının yakın vadeli analizler bile yeterince yapılmadı. İşte böylesi bir ortamda “seçimleri nasıl değerlendiriyorsun?” sorusuna şöyle bir yanıt vermek isterim.
Türkiye’deki genel seçim sonuçlarından “Eyalet sitemi” çıktı, diyebilirim.
Elimizdeki sonuçlardan ülkemizdeki farklı bölgelerin, değişik etnik yapıların aynı potada eritilemeyeceğinin anlaşıldığını belirtebiliriz.
Türkiye’nin Doğu’sundaki töre geleneğinin, Batıdaki insanların yaşam yapısına hiç uymadığını, buna bağlı olarak ortaya çıkan “suç” kavramlarının ülkenin batısı ile doğusunda aynı şekilde veya sertlikle değerlendirilmemesi gerektiğini düşünüyorum.
Batı Türkiye’nin çağdaş yüzü ile doğunun feodal yapısına uygun değer yargıları nasıl olur da, aynı sandıkta adil bir sonuca ulaşabilir?

***

Nedense ülkemiz için öngörülen idari yönetim tarzına Batılı ülkelerde Adem-i Merkeziyetçi yönetim tarzı ile yanıt verildiğini, insanların yaşadıkları yerlerde, yerel yönetimlerce yönetildiğini ve böylece bireyin da kendi yaşayışlarına müdahalede bulunma şansı yakaladıklarını biliyoruz. Öyleyse, bütün yetkileri tek elde toplayan demokratik merkeziyetçi yaklaşımla ne kazanıyoruz?
Uzaktan yönetilmek bireyin yönetim kararlarına katkıda bulunamamasına ve yabancılaşmasına neden oluyor. Yabancılaşmak insanı önce içinde yaşadığı toplumdan uzaklaştırıyor. Sonrada sorunlarına sağlıklı bir çözüm bulamayan bireyler, bütün gücü elinde toplayan “süper” yetkili Güçlü İnsan modeline yöneliyor.
Güçlü İnsan, beraberinde güçlü yönetimi ve sıra dışı yetkilerle donatılmış polisi, gizli polisi, valiyi, kaymakamı, savcıyı ve mahkemeleri beraberinde getiriyor.
Bütün yetkilileri tek elde toplamak, insanları “yakın demokrasi”den uzaklaştırırken, bütün toplumun anti-demokratik yöntemlerle yönetilmesine neden oluyor.
İşte Silivri’deki asker kökenli insanlara çektirilen insanlık dışı yargılama yöntemlerinde yaşamsal hataların nasıl yapıldığına hep birlikte tanık olduk.

***

Batı Avrupa, elinde süper yetkileri toplamış insanlar tarafından 2. Dünya Savaşı’na sürüklendi. İşte, diktatörlerin yönettiği ve neden olduğu savaşlarda on milyonlar yaşamlarını yitirdi. Yakın tarihinde büyük fedakarlıklar yapan Avrupa aynı hataları bir daha yapmamak için, devlet yönetiminde merkeziyetçi olamayan bir yönetim modelini savunuyor.
2014 yılında gelinen nokta bu.

Artık buradan geriye dönemeyiz.
Artık, biri, ki -bu bir başbakan da olabilir, bir başka seçilmiş de- hayatımızı onun isteğine göre şekillendiremeyiz.
Türk siyasi tarihinde 27 Mayıs öncesi gazetelerin sansürlü bir şekilde çıktığı günleri biliyorum, internetimizin sınırlandığı ve twitter’in karardığı son seçim dönemini de.
Artık bütün bu yaşanmışlıklara bir daha tanık olmayalım.
Siyaseti sidik yarışı sanmayan, aklın ve akılcılığın, siz-biz kavgasının üstünde kalabildiği bir yapının özlemini savunalım. Bu partiler üstünde ortak bir çizgide buluşabilme aklıdır.
Bırakalım da kolektif aklımız, bizi “Bir bilen”in aklından öteye ve ileriye taşısın.
Bırakalım da Türkiye’yi sadece seçilmişler değil, sadece doğru partinin seçilmişleri değil, hepimizi birlikte düşünelim.
Düşünmek insanları yeni çözümlere itiyor. Biz düşünmeyince, bizim yerimize başkaları düşünüyor ki, işte o zaman büyük felaketler bizi kapıda bekleyebiliyor.
Efendim, saygılarımla!..



Bireyler ve belediye sakinleri nasıl yönetileceğine, kaç para aydınlık vergisi vereceğine kendisi karar vermek istiyor. Zaten o nedenledir ki, yerel yönetim seçimleri merkezi hükümet seçimlerinden çok daha önemli ve yaşamsal bir rol üstleniyor.