Çok değerli dostum, dava arkadaşım, onurlu bir sembol, geçmişin basamaklarından bugüne uzanan bir milli rehber Mesut Merter’i de kaybettik.  Ne kadar acıdır böyle değerli insanları kaybetmek...

            Onu tanımam, ortaokul ve lise çağlarımıza denk gelir.  Katıksız bir köy çocuğu olduğu kadar da, katıksız bir Atatürkçü ve milliyetçiydi sevgili Mesut...

            Ortaokul son sınıftayken, o da lise sondaydı anımsadığım kadarı ile.  O yıllar, EOKA’nın kurşunlarının tavan yaptığı, ölümlerin bitmediği ve kurşunların leblebi gibi Türklerin üzerine sıkıldığı dönemdi.

            Kıbrıs Türk gençliğinin sokaklara ve meydanlara aktığı, büyük mitingler düzenlediği ve Dr. Küçük’le arkadaşlarının ateşli nutuklar attığı bir dönemdi hatta.

            Mesela 19 Mayıs törenlerini anımsıyorum...  Ve en önde elindeki bayrakla rahmetlik Mesut Merter’in bütün azameti ile yürüdüğüne tanık olurduk.

            Esasında Mesut Merter, yaşıtları arasında en uzun boylu olandı.  O nedenle onun adı, “Uzun Mesut”a çıkmıştı.  Şayet birisi ondan bahsedecek olsa, “İşte şu bizim Uzun Mesut yahu” derdi.

            Türk gençliğinin en ateşli günleriydi ki, edebiyat hocamız Mehmet Irmak, “İsimsiz Kahramanlar” isimli bir tiyatro eseri yazmış ve o oyunu, lisenin kız ve erkekleri ile sahnelemişti.  Müthiş etkileyici ve gençliğin kanını tutuşturucu bir oyundu.  Hatta o tiyatro eserinin bir sahnesi ormanda geçerdi.  Rahmetlik resim hocamız İsmet Vehit Güney, sahne arka fonuna gerilecek devasa Amerikan bezi üzerine, bir orman resmi yapımı için, benimle sınıf arkadaşımız Ergün Abdurrahman’a çizdirip boyatmıştı.  O çalışma benim unutamadığım anılarımdan biriydi.  Gece yarılarına kadar boyaların içinde, sahne üzerinde ve provaların seyrinde o orman tablosunu bitirmiştik.

            Mesut Merter, oyunun baş kahramanlarındandı.  Upuzun boyuyla, kuşandığı silahlık ve mermileri ile, başındaki kalpağı ile tam bir kahraman sembolü olmuştu.  O oyunda hatırladığım isimlerden birisi de eski Bayındırlık Ulaştırma Bakanı Nazif Borman, rahmetlik Kâmil Nuri ve ismini hatırlayamadıklarım vardı.  Nazif Borman bir Rum askerini canlandırıyordu.

            O rolünden sonra İlk Sahne’nin oyunlarında da rol almaya başlamıştı.  İlk eşi, ünlü tiyatro sanatçısı Ayla Haşmet’le o zaman tanışmış ve evlenmişlerdi.  Daha sonra bir nedenle ayrılmışlardı maalesef. Sanat dünyası hala Konservatuvar’dan mezun tiyatro sanatçısı Ayla Haşmet’i arar durur.

            Üzerinden hayli zaman geçti ve kader, benimle Mesut Merter kardeşimi Cumhurbaşkanlığı Halkla İlişkiler Dairesi’nde buluşturdu.  20 Temmuz 1974 sonrasındaki görevlerimiz çok ağırdı.  Binlerce göçmenin sorunları, şehit eş ve çocuklarının sorunları ve iskan uygulamaları vardı.

            Halkla İlişkilerde rahmetli Türkçe hocamız Ahmet Savalaş da bizim mesai arkadaşımızdı.  Bölge grup çalışmalarında Ahmet Savalaş’la Mesut Merter’i bir arada görmek mümkündü.  O yoğunluk içinde zaman zaman bir araya gelerek memleket sorunlarını panoramik bir şekilde gözden geçirir ve işlerin daha seri yürümesini sağlardık.  Cumhurbaşkanı Denktaş’tan yağmur gibi el notuna yazılmış talimatlar gelirdi önümüze.

            Yıllar sonra Özgürlük ve Mücadele Lideri merhum Dr. Küçük’ün hayatını ve mücadeleyi anlatan “DR. FAZIL KÜÇÜK’LE GEÇEN GÜNLERİM” adlı kitabımı kaleme alırken, bir konu çıkmıştı karşıma.  O konu, Kıbrıs Türk Federasyonu döneminde, Türkiye’den gençliğin örgütlenmesi ve Kıbrıs Türkü’nün davasının pekiştirilmesine yönelikti. 

Ankara’dan gönderilen Celal Hordan, gençliği örgütlüyordu.  Yaptığım araştırmada Mesut Merter’in gençlik örgütlenmesinde çok büyük görevler üstlendiğini ve gençliği milli dava için yönlendirdiğini öğrenmiştim.  Bu maksatla bir yerlerden, nerden bulduysam cep telefonunu bulup ona ulaşmıştım.

            Kendisine araştırmam hakkında bilgi verdiğimde, benimle memnuniyetle mülakat yapabileceğini söylemiş ve AKM’nin kütüphanesinde buluşarak bana hatıralarını ve yaşadıklarını anlatmıştı.  Sesi, hala ses kayıt cihazımda duruyor.  Nitekim onun anlattıklarının hayli ilginç olan bölümlerini Dr. Küçük’le ilgili kitabıma almıştım.  Uzun bir yazı girmişti o kitaba.

            O kitapta en ilginç şey, Dr. Küçük-Denktaş zıtlaşmasının, Kıbrıs Türk Mezunlar Birliği Yönetim Kurulu Başkanlık seçimiyle başladığını görmüştüm.  Sevgili Mesut bana şöyle anlatmıştı o olayı:

            “Bir gün Kıbrıs Türk Kurumları Federasyonu Başkanı olan Rauf Denktaş beni ve birkaç arkadaşımı aratmıştı.  Bize, Celal Hordan’ın çalışmaları hakkında bilgi vermiş ve özellikle benim Mezunlar Birliği seçimlerine aday olmamı ısrarla istemişti.  Benim karşımda da Dr. Küçük’ün adayı vardı.  O seçimi ben kazanmıştım, yani Denktaş’ın adayı olarak.  O gün anlamıştım Dr. Küçük-Denktaş zıtlaşmasının ilk sinyallerini.”

            Mesut Merter ayrıca sözlerine şunları da eklemişti:

            “TMT yeminini bizzat Denktaş yaptırmıştı bana ve ben artık bir TMT’ci olmuştum.   Artık ölümüne,  milli dava çalışmasının içine girmiştik. O günlerde Celal Hordan bir uygulama başlatmıştı.  Örtülü kadınlarımız başlarını açacak, Rumca konuşanlara da para cezası kesilecekti. O günler bizler için ne kadar zor günlerdi.  Liderlik, Celal Hordan’a ateş püskürüyordu bu uygulamasından ötürü.  Özellikle Dr. Küçük, kadınların başlarının açılması uygulamasına karşıydı.  Normal kendi isteği ile açılacak olana birşey demezdi ama zorlamaya karşıydı.”

            Ve daha pek çok anlatmıştı bana. Ayrılırken ısrarla kendisini bir yemeğe davet etmiştim.  O ise, ısrarla son kaldığı Tatlısu’daki bahçeli ve deniz manzaralı evine yemeğe çağırmıştı beni eşimle.  Ne o gelebilmişti yemek davetime, ne de ben gidebilmiştim onun davetine.

            Kendisi ile pandemi öncesinde Salamis Bay Otel’in lobisinde buluşup kendisine sitem etmiştim yemek için.  Yine elinde bastonu ve up uzun boyuyla ve bütün azameti ile otelin lobisinde yürüyordu.

            Ve aldığımız acı haber, onun birkaç gün önce Tatlısu’daki evinin bahçesinde kalp krizinden vefat ettiğine dairdi.

            Allahtan ona gani gani rahmetler diliyorum.  Mesut Merter bir tarih ve bir efsaneydi benim gözümde.

            Ve düşünüyorum... Keşke bütün hatıralarını yazsaydı.  İyi ki o mülakatı kendisi ile yazmış ve tarihin yapraklarına düşürmüştüm onu.

            İşte bir tarih daha göçtü gitti bu dünyadan ve arkasında derin izler bıraktı.

            Nurlar içine uyu, güzel insan.  Allahtan ona rahmetler dilerken, en derin taziyelerimi bütün yakınlarına ve Kıbrıs Türküne sunuyorum.