Zaman zaman yorumunu yaptığımız Türkiye-KKTC ilişkilerinin bize güç verdiğini, güç verirken de bazı olumsuzluklar ve gerginlikler yaşansa da, gerçek anlamda ulus olarak bir barışa ihtiyacımız olduğunu düşünüyorum, tıpkı Kudret Özersay’ın sözünü ettiği “Toplumsal Barış” gibi.

                Öyle bir noktaya gelmişiz ki, KKTC olarak kendi kişiliğimiz ve kendi kültürümüz içinde Anavatan’la kucaklaşsak da, bazı çelişkilerimiz oluyor.  O çelişkileri her gün medyadan okuyoruz.

                Esasında suçlu aramak, bir konuda “Sen veya siz” yanlış yapıyorsunuz denebilir.  İşte o anlamda Türkiye’nin yarattığı ve yıllardan beri beslediği bir Kıbrıs Türkü, kendi kültürel donanım ve kendi siyaset anlayışı ile o zıtlıklarda, siyasi çatışma yaşayabiliyor.

                Türkiye’nin siyasetini sorgulamak bize düşmez.  Zaman zaman iç siyesette ne kadar büyük çelişkileri ve çatışmaları olduğunu görüyor ve üzülüyoruz.  Mesela 15 Temmuz darbesi, kabul edilecek birşey değildi.  O darbe, her Türkün yüreğini sızlattığıı gibi, biz Kıbrıs Türklerinin de yüreğini sızlatmıştır.

                Şayet 15 Temmuz darbesi öncesinde bir soru sorulsa ve “Türkün Türke askeri darbe yapması mümkün mü?” deselerdi, kesinlikle “Bu mümkün değildir” derdik.

                O olayda kaç tane kardeşimiz can vermiş ve ismini tarihin sayfalarına yazdırmış.  Gerçek anlamda o darbe kadar saçma ve affedilmez bir olay olamazdı.

                Türkiye hala terörle mücadele ediyor. Hala sınırlada askeri operasyonlar yapıyor.  Bir diğer deyişle terörün başını ezmek için Mehmetçikler can veriyor.

                Kabul etmek lazım ki Türkiye’de içte yıllarca Türk insanına kan kusturan terör artık yok.  Sadece sınırlarda meydana gelen tuzaklardan Türk askerleri ölüyor.

                İşte o 15 Temmuz darbesi, bütün Türk milletine barışı ve bütünlüğü getirdi.  Türk milleti kırmızı beyaz ay yıldızlı bayraklarla bütün meydanları süslerken, “Bundan sonra kimse Türk milletini bölemez, parçalayamaz, içte ve dışta yok edemez” dercesine o kalabalık gereken mesajı veriyor bu milli barış tablosunu çiziyor.

                Mesela 10 Kasım Ulu Önder Atatürk’ün ölüm yıl dönümünde Türk milletinin Anıtkabir’e bayraklarla nasıl akın ettiğini, nasıl birbirini kucakladığını, nasıl bir anlayış içinde Atatürk ve O’nun ilkelerine sahip çıktığını gördük ve gururlandık.  “İşte Türk milleti budur” dedik içimizdeki  ve ruhumuzdaki millet sevgisi ile.

                Bunlaı bir tarafa koyarak Kıbrıs sorununa da değinelim...

                Herşey bir yana, Kıbrıs konusunda sorun içimizde veya Türk siyasilerinde değil, Rumdadır.  Rumlar hala tek kanatlı uçak bir kuş gibi uçmaya çalışıyor ama uçamıyor.  Öyle olmasına karşın Rumlar, bütün Kıbrıs’ın sahibi gibi bir politika izliyor.  Rumların uzlaşmazlığına Crant Montana’da bizzzat TC Dışişleri Bakanı Mevlut Çavuşoğlu da tanık olmuştu.  Halbuki beşli zirvenin gerçekleştiği öyle önemli bir toplantıda, “Kıbrıs bu kez çözülür” ifadelerini kullandığımız bir noktada, Rumlar yine ne yaptılar ne ettiler, yine o toplantının bütün ruhunu ve bütün ideallerini Berhava ettiler.

                Bundan sonraki süreçte, önümüzde yapılacak Cumhurbaşkanlığı seçimi sonrasında Rumların tutumunda bir değişiklik olacağını düşünmek fazla hayalci olur herhalde.

                Onun için “Ulusal barışa ihtiyacımız” var diyoruz.

                Şayet Türkiye ve KKTC bütünlüklü bir politika izler, asgari müşterekte birleşerek yeni stratejiler ortaya koyarlarsa, kesinlikle Rumlar önümüzde duramayacaklar.

                Unutmamak lazım ki Türkiye, her zaman garantörlüğünü dile getirmiş ve o garantörlük gücü ile Rumların korkulu rüyası haline gelmiştir.

                Önümüzdeki Cumhurbaşkanlığı seçimini kim kazanırsa kazansın, Kıbrıs sorununda bir sonuç olamayacağını şimdiden söyleyebiliriz.

                Bazen de “Şu Rum milleti çılgındır” deriz.  Neden bu ifadeyi kullanırız?  Bu ifadeyi kullanırız çünkü, Kıbrıs sorunu devam ettiği sürece, hem Türkler, hem de Rumlar kaybetmeye devam edecekler.

                BM parametreleri iki devlet esasına dayalı bir federasyonu öngörüyor.  Öngörüyor de beklenen sonuç çıkıyor mu?  O da çıkmıyor.

                Yani Kııbrıs sorununda kırılma noktası ne zaman gereçekleşecek, onu düşünmek ve onu tatışmak lazım.

                Bana göre Rumların Akdeniz’deki doğal gaz arama sevdaları ile o kırılma noktası gerçekleşecektir.  Rumlar o cüce boyları ile türlü dolap çevirirken, Türkiye’nin  güçlü ordu ve donanmasının boş kalacağını sanıyor şu Rum milleti.  Rumlara sırf bir barış ve çözüm şeklini işaret eden Türkiye ve Kıbrıs Türk tarafının elini yine boşlukta bırakıyor.  Bu iş nereye kadar?

                O büyük Türkiye değil mi Suriyet sınırlarında askeri operasyon düzenleyen?  O halde Rumlar, 15 Temmuz 1974 çılgınlığı gibi çıılgınlık yapmaya devam ederse, bir gün, ama bir gün, Türk uçakları Akdeniz’deki petrol tesislerini bombalayabilir ve Rumlara dünyanın kaç bucak olduğunu gösterir.

                Eski Rum başkanlarından Kleridis’in bir sözü vardı merhum Denktaş’a.

                “Keşke birinci harekatta bir çözüm sağlasaydık ve binlerce Rumun kuzeydan güneye göçünü önleseydik.”

                İşte fotoğraf önümüzde...  Hatta kendilerine hatırlattığımız Kleridis’in sözleri de önlerinde.   Rumlar bu fotoğrafa iyi bakarak geleceklerinin muhasebesini yapsınlar. Yani kırılma noktası işte o zaman gerçekleşecek.

                O nedenle Türkiye ile KKTC’nin zıtlıkları yaşama lüksü yoktur ve olamaz da.  Yani millet olarak toplumsal barışa ihtiyacımız var.