Bugünkü yazıma öyle bir başlık atayım ki, bu yazıyı herkes okusun.  Hız tutkunu gençler de, motosikletlerini çılgınlar gibi sürenler de, motosiklet eksozlarının gümbürtüsünden rahatsız olanlar da.
Evet...  Adına çılgın dediğimiz motosiklet sürücüler azraile “gel canımı al” demiyorlar mı motosikletlerini çılgınlar gibi sürerken?  Ben bu son olayda motosiklet şovu yapan ve canından olan gencin durumuna parmak basmak istedim.  Tabii ki sadece ona değil, onun gibi “genç ölüp, ölüsününün yakışıklı olmasını” isteyenler.
Çok ünlü bir kaç söz vardır genç ölmenin üzerine...  İsterseniz onlara bir bakalım.
Bunlardan birisi; “Tez giden, tez gider”dir.
Bir diğeri; “Genç öl, cesedin yakışıklı olsun.”
Ve daha yüzlerce anlamlı söz...
Emin olun, yazılarımı okuyan veya okumayan insanlar düşünürlerse hatırlayacaklar motosikletlilerin çılgınca araç sürüşleri için neler yazdıklarımı.  Belki ithalatçı firmalar yine bana kızacaklar.  Veya motosikletliler kurumu yine bana telefon edecekler veya telefon açtıracaklar hoşgörülü olmam ve kamuoyu oluşturmamam için.  Kimse benden bu konuda hoşgörü beklemesin.  Hiçbir şeyi de gizlemeye niyetim yoktur.  Çünkü motosikleti ile kurban giden Salih İlke Garip’in ölüm şeklini görünce, yine kendime hak verdim.  
Yazık değil mi bu gençlere?  Bu kadar genç yaşta motosiklet tutkusu nedeniyle aramızdan ayrılamaları ve bütün sevenlerini acılar içinde bırakmaları acı değil mi?
Bu gencin ölüm haberini hem televizyon habelerinden, hem de gazetelerden aldık.  Hem aldık, hem yıkıldık.  Ama bizden fazla yıkılanlar da var.  Annesi, babası, bütün yakınları ve bütün sevenleri...  Hani derler ya... “Ateş düştüğü yeri yakar” diye.    İşte o ateş, sevgili Salih’in annesinin, babasının, kerdeşlerinin ve tüm sevdiklerinin yüreğinde alev alev yandı.
Kim unutabilir onun ölüm şeklini.  Veya evlatları motosiklet kullanan insanları bir düşünce sarmadı mı?  Hep bunun sorgulamasını yapması lazım bütün ilgililerin. İlgililer dediğim kişi veya kişiler, hız tutukunu gençler ve onların yakınlarıdır.
Rahmetlik Salih hızlı gitti de ne oldu?  O gencecik ömrüne bir nokta koydu.  Noktayı koydu, acıları arkasında bıraktı.  Kim kalacak bu dünyada?  Kimse.  Sırası gelen gidecek.  Ama o “sıra” dediğimiz şey, zamansız bir gidiş mi, yoksa normal bir hayatın akışındaki sıra mı?  İşte onun kararına biz değil, yukarıdaki verebilir.
O nedenle motosikletin azraille olan ilişkisini anlatmaya çalışıyorum.  Azrail her zaman kapının eşiğinde bekler durur bir can almak için.   Azrail hiç ölüme doymaz.  Hep alır insanların canını.  Ama alır.  Kaçınılamayacak bir gerçeğin temsilcisi gibi gelir peşimizden o acımasız azrail.
Hayat esasında sanıldığı kadar uzun değildir.  Bir düşünün... Motosikleti ile şov yapıp hayata veda eden Salih, tamı tamına 22 yaşındaymış.  O ömrün katettiği yolu bir düşünün.  Nasıl da geçti 22 yıl?   Bu yirmi iki yıl, kırk iki, elli iki, seksen iki de olabilirdi.  Demek ona biçilen ömür bedeli o kadarmış.
Bazen düşünürüm...  Bu dünyanın ne tadı var, ne de tuzu.  Öyle bir tatsız hayatın akıntısında sürüklenip gideriz.  Başımıza nerede, nasıl ve ne şekil içinde bir şeyler gelecek kestiremeyiz.  Böyle beklenmedik ölüm olunca, insan daha bir başka kederleniyor.
Her gün gazetelerde hem kazalardan hem de kanser vakalarından ölen insanların resimlerini görür ve üzülürüz.
“Bu kadın veya bu adam da mı öldü?” sorusunu sorarız büyük bir hayretle.  Özellikle “yakalandığı hastalığa yenik düştü” ifadelerini kullanırken, hormonlu gıda üreticilerini ipe çekesim gelir.  Bunca insanın hayatı kayarken, insanı zehirleyenler ceplerini doldurmaya devam ediyorlar.
Dünya nasıl da değişiyor...  İnsanlar daha bir duyarsız oldular ölümlere ve acılar.  Katmerlenmiş acılardan mı ne bu duyarsızlık? 
Değil efendim, değil.  Kim ne derse desin, azrail her zaman bizimle dans ediyor ve etmeye de devam edecek.  Yeter ki biz ona davetiye çıkarmıyalım şu hız tutkunu motosikletli gençler gibi.