1985 – 86 döneminin UBP-TKP Ortaklık Hükümeti’nde, TKP kanadından bakan olarak ben, Mehmet Altınay ve rahmetli Mustafa Erbilen vardık.
Doğal olarak sık sık üçlü ya da ikili görüşmelerimiz olurdu.  
Üçlü görüşmelerimiz, bize bağlı bakanlıklardan birinde ya da partide olurdu. Mehmet Altınay’la daha çok benim ya da onun bakanlığında bir araya gelirken, Mustafa Erbilen’le daha çok hafta sonları, evimin çok yakınlarında olan Salamis Bay Oteli’nde bir araya gelirdik. Gelirdik de çoğu kez, özel konuşma fırsatı bulamazdık. Ben Turizm Ve Kültür Bakanı olduğum için, otel de o zaman bakanlığıma bağlı olduğundan, benimle konuşulacak konu ya da konuşmak isteyen birileri eksik olmazdı.   

Çareyi denize girip orada konuşmakta bulurduk. Gerçekten de denizde uzun uzun konuşma olanağı yakalar, rahatça sorunları tartışırdık.

DENİZ ARKADAŞLIĞI VE DENİZ SOHBETLERİ
“Bayram değil seyran değil eniştem beni niye öptü” örneği, bu da nerden çıktı şimdi diye düşünebilirsiniz. Anlatayım.
Yıllardır, yaz boyu, evime çok yakın olan Salamis kıyılarında ve sabahın erken saatlerinde denize girerim. O erken saatlerde denizde çok az kişi olur. Genellikle de hep aynı kişiler vardır. Dolayısıyla o kişiler arasında “deniz arkadaşlığı” denebilecek bir yakınlık oluşur ve deniz sohbetleri yapılır. Hem de bazan uzun uzun! Denize giriş nedenini unutturacak kadar uzun!
Kadınlar arasında neler konuşulduğunu bilemem ama tahmin edebilirim. Herkes tahmin edebilir.
Kadın - erkek karma sohbetlerde, genellikle kadınlar baskın çıkar ve onların gündemi konuşulur. Erkekler daha çok dinler.
Erkeklere gelince… Tabii benim de bulunduğum sohbetlerden söz ediyorum. Hiç kurtulamadığım politik kimliğim var ya! Çoktan sona ermiş olmasına ve artık o konuyu pek konuşmak istemememe karşın, benimle genellikle politika konuşulur.
Ve de başka sorunlar da!
Sorunlar… Sorunlar… Sorunlar…
O kadar çok sorun konuşulur ki şaşarsınız. Gerçekten de o kadar sorun var ki memlekette!
Yani deniz sohbetleri, Mustafa Erbilen’le yaptığımız ve sorunlara çare bulmaya yönelik olan sohbetlere hiç benzemiyor.   
Bu durum hep düşündürür beni! Denize spor yapmak, sağlık, eğlenmek, mutlu olmak için girilir ya da girilmeli! O zaman niye bu uzun uzun konuşmalar? Hem de insanı mutsuz eden, geren, provoke eden, sorunları konu alan konuşmalar!
Mutsuzluğumuzun kanıtı mı bu durum? Yoksa bir zamanlar Mehmet Ali Talat’ın dediği gibi marazi bir toplum olmamızdan mı kaynaklanıyor bu durum?

BU DA AB GERÇEĞİ
Bana göre toplum gerçekten de mutsuz! Neden ne odur, ne budur, neden bu ülkenin siyaset kurumunun başarısızlığıdır, halkını mutlu edememesidir. Elbette ki kişiden kişiye bu durum değişir ve siyasal, ekonomik, sağlıksal, kültürel, sosyal nedenler kişiye göre sorunlaşır  ama temelde her şey siyaset kurumuna dayanır.
Şimdi bunu bırakıp asıl değinmek istediğim konuya dönelim:
Doğuştan engelli oğlum için özellikleri olan bir tekerlekli sandalyeye gereksinimiz oldu. Uzun uğraşlardan sonra o sandalye bize ulaştı. Tabii gümrükteki tuhaflıkları anlatmayacağım. Başlı başına bir yazı konusu olur çünkü! Yıllar önce de ülkeye getirttiğimiz engelli aracı için de akla hayale gelmeyen zorluklar çıkarılmış ve sonunda o araca tanınan muafiyetten vazgeçmiştim.   
Neyse anlatmak istediğim o değil!
Bu gibi özel donanımlı tekerlekli sandalyeler, kullanacak olanın fiziki özelliklerine göre özel olarak yapılır. Ayrıca istenen her ek özelliğin ek fiatı vardır. Biz de istediğimiz özelliklere göre siparişi verdik. 
En gelişmiş AB ülkelerinden biri olan Almanya’ya hem de!
Bu sandalyeler bizim koşullarımıza göre bayağı pahalıdır. Nitekim getirttiğimiz sandalye de orta düzeyde bir araba fiatınadır.
Ama ne oldu biliyor muşusunuz?
Gelen sandalyede, parasını ödediğimiz özelliklerden biri bizim verdiğimiz ölçülere uymuyor ve de sipariş verip parasını ödediğimiz bir ek parça gelmedi.
İlgili firma hatasını kabul ederek suçu işçilere yükledi. Oysa bize gelen sandalyede tüm kontrollerinin yapıldığına dair bir belge de vardı. Kontrolü yapanın ismi de belli! 
Yani Almanya’ya, AB’nin en önemli ve gelişmiş ülkelerinden birine, parası peşinen ödenen sipariş, hem yanlış, hem eksik geldi.
Oysa AB genellikle mükemmelleştirilir, idealize edilir. Hiçbir şeyine toz kondurulmaz.
Demek ki mükemmel diye bir şey yokmuş. İdeal diye bir şey de hiç yokmuş.
AB söz konusu olduğunda, genellikle benim de katıldığım, şöyle bir saptama/tanımlama yapılır: AB iki yönden dev, iki yönden cücedir. “Devlik,” ekonomi ve yurttaşlara sağlanan olanaklarla tanınan hak ve özgürlükler alanında; “cücelik” uluslararası siyasetle askeri konulardadır. 
Peki özel koşullara göre sipariş edilen ve parası peşinen ödenen özellikli bir tekerlekli sandalyeyi bir ciddi yanlış, bir de eksikle göndermenin adını ne koyacağız?

SONUÇ OLARAK
Amacım elbette ki Almanya ile AB’yi kötülemek değil! Onu “mükemmel”/”ideal” görenlerdeki şaşılığa işaret etmek istedim yalnızca! Elbette ki birileri çıkıp da “e ne oldu be gardaş öyle bir hata olamaz mı” diye sorabilir.
Bana göre soramaz. Çünkü böyle bir hata olamaz.  Hele hele konu bir engellinin sandalyesi ise!
Hem bir kere olanın iki, üç, çok kere olmayacağınım kim garanti edebilir?   
Birkaç gün önce, kendiliğinden oluşan bir deniz arkadaşlığı grubu olarak, mutsuzluğumuzu, saymakla bitmez can yakan sorunlarımızı denizde konuşurken bu olayı anlattım.
Anlattığım olay bizde olsaydı herkes ver yansın edecekti.  Konu AB olunca herkes şaştı. Olmaz öyle şey diyenler oldu ama ısrarlı olmadılar.
Eminim ki bu konu deniz arkadaşlarının kafasını epeyce karıştırmış olmalı!
Benim de istediğim buydu zaten!