Bar bar bağırmak için ne lâzım.

Tomurcuk patlarken güle karanfile sesini duyar mısınız.

Ya karıncalar koşuştururken gürültülü müdürler.

Bağırıyordu Sezar ve fırsatını buldukça Brütüs de bağırıyordu.

Neruda bağırmadı hiç. Lorca da.

Kısacık ömründe Süleyman Uluçamgil de bağırmadı.

Konuşmak anlaşmak içindir ve anlatmak için dahi anlamak için.

Kulağını kullanmayıp da hep diliyle, ağzı ile yaşayanlardır megafonların, mikrofonların sebebi.

Bir Sezar, bir Firavun, bir İmparator, Kral, Şah ve Padişahtır bağırmayı alışkanlık haline getiren ilk ve yetmeyince bağırması buyruk alanlar için buyruk vermeye, ‘ tez demiştir sesimi, ki gök gürlemesi kadar korkutucudur yedi bucak dört iklime, taa oralara da yetişecek bir alet icat edile.

Ettiler.

Megafonlar bağırmaya, bar bar bağırmaya doyamayanlar için icat edilmiştir ve sonra da mikrofonlar, hoparlörler ve gazeteler radyolar televizyonlar akıllı diye anılan telefonlar, bilgisayarlar tabletler ile bağırılmaya başlanmıştır.

En çok, en çoktan da çok bağıranlar niye bağırırlar derseniz, duyma yetileri, görme yetileri gelişmemiş, geliştirememişler diye derim.

Bir bakın son yirmi otuz yılda ve dünyanın her devletinde ve dahi her platformunda bağıranlar, daha çok, en çok bağıranlardır revaçta.

Bir gazete nasıl bağırabilir ki diye sorarsanız aklınıza şaşarım, manşetler bağırmaktan başka nedir ki.

Ve seçimler bağırma atmosferi değil midir.

Meclisler ve genel kurullar, kongreler ve moda adı ile çalıştaylar bağırmak değil midir.

Konuşanlar bağırma ihtiyacı duymazlar.

Duymazlar çünkü konuşmak anlatmaktır ve anlamak.

Anlayan anlatan, duyan gören niye bağırsın ki.