Okuru sıkmayan, sığ, yüzeysel konuların aynı basit biçimlerle sunulması. Tümüyle okur odaklı metinler. Yazarlar, okurları kendi düşüncelerine, anlayışlarına çağırmak yerine, tam tersine, okurun ayağına gitmekte, sofrasına oturmakta, o düzlemden konuşmaktalar. Sonuçta okur beklentisine, bilgisine, beğenisine denk düşen bir seviyeden onlara seslenmekteler. Okur din istiyorsa din, macera istiyorsa macera, aşk istiyorsa aşk, kan istiyorsa kan sunulmakta. Bu anlamda tasavvuf, cinsellik, katillik, aşk, kahramanlık bu romanların temel ilgi alanları olmuş.

Tüm bu nedenlerle bu tür romanlarda bir televizyon dizisi, bir film izleme tadı buldukları açık. Yazarlar da bu beklentiye denk düşen bir tavır içindeler. “Sizi rahatsız etmeye geldim, biraz dikkat ve çaba gösterin” yerine, “şöyle bir uzanın, hadi keyfinize bakın, hayırlı yolculuklar” diyerek başlamaktalar romanlarına. Herkesin kendini bulacağı hayatı, bizzat hayatın kendisini sunmakta. Bu yüzden herkesin iyi bildiği, kendini bulduğu bir dünyanın içinden sesleniyor romanlar. Dil tümüyle gündelik dil ve algı gündelik algıya teslim olmuş. Hayat, sanat katına yükselmeden çiğ haliyle durmakta. Ambrose Bierce’nin “Popüler yazar, insanlar ne düşünüyorsa onu yazar. Bilge yazar, onlara üzerinde düşünecekleri bir şeyler sunar.” sözü tam da bu romanlar için söylenmiş gibi. Popüler yazar insanların çok iyi bildiği dünyayı anlatır. Bu yüzden onları çabuk yakalar ve onlara en yüzeyinden kendi meselesini aktarır. Okuru şaşırtmaz, ona yeni sorular sordurmaz, kendi dünyasında dolaştırır, gezdirir, tarihi ve turistik yerleri gösterir ve sağ salim kendine teslim eder.

Bu romanları okurken edindiğim kanaatlerden bir diğeri de daha yazma aşamasında “çok satma” tercihinin yapılmış olduğu. Belli ki yazar eserinin başına bu ön koşulla oturmakta. Yayınevi aşaması da böyle. Yani hem yazar “çok satar” bir kitap yazdığını bilmekte hem de yayınevi pazarlama usulleriyle bu beklentiyi karşılayacak bir ortamı hazırlamaktadır. Kuşkusuz çok satmak başlı başına eleştirilecek bir tutum değil. Burada eleştirilen tutum çok satmaya ayarlı bir yazarlık tutumudur. Yoksa oldukça nitelikli bir eser de çok satabilir. Ancak nitelikli edebiyatta yazar okuru kendi düşüncesine çağırırken, popüler edebiyatta yazar okurun ayağına gitmektedir. Çünkü popüler eserler çok satarlık hedefiyle yazılmışlardır. Yazarlar çok satmak, görünür olmak, para kazanmak isterler. Bu tutum da hiç şüphesiz hem yazarın hem de yayınevinin kazandığı edebiyat dışı ticari bir ortamın adıdır

Diğer yandan popüler anlayışın en belirgin diğer bir özelliği de yazarların eserlerinin önüne geçmesi ve kitaplarından daha çok kendilerinin konuşulması olmaktadır. Kitaplarının çıkışıyla birlikte bir pop ikonu, bir televizyon yıldızı olmanın bütün gereklerini yerine getirirler. Televizyonların kitap programları, gazetelerin kitap ekleri, kimi edebiyat dergileri, büyük gazetelerin sanat sayfaları bu yazarlara, eserlere ilgi gösterirken, yazarlar özellikle magazin yanlarıyla öne çıkar. Sanatsal zorunluluktan çok, medyatik ışıltı ve alkış için piyasadadırlar. Yazıyı satar, kendilerini öne çıkarlar. Yirmi dokuz baskı yaparlar, kırk, elli. “Pop”laşırlar, “star”laşırlar, yazdıklarını aşarlar. Kendileri öne çıktıkça yazdıkları önemsizleşir, ekranlarda, gazetelerde, magazin dergilerinde boy boy fotoğraflar eşliğinde röportaj verirler

Ama sonuç olarak nitelikli edebiyatın kayıt altına almadığı eserler her durumda edebiyat dışında kalacaktır. Çünkü edebiyat sayıları kaydetmez, değerleri kaydeder. Bu anlamda yarınlarda çok satanlar değil, değerli yazarlar ve eserler var olacaktır. Aslında bunu en iyi popüler yazarlar bilir. İşte bu yüzden bir şekilde nitelikli edebiyatın içinde yer almak isterler. Oysa hem “Yetenek Sizsiniz”, “Survivör”, “Yok Böyle Bir Dans”, “Var mısın Yok musun?” yapalım hem de Tarkovski isminin altına yazılalım, olmaz.