Bu gezegendeki, bu kâinattaki hayata saygıdır,en büyük değer. İnsanın, sadece bizden olan, yalnız bizim ülkemize, bizim topraklarımıza ait olan insanın değil, her insanın, bizden olsun olmasın, hayatına saygı duymak; karıncanın, böceğin, ağacın, kurdun, kuşun toprağın içinde yer aldığı can dolu hayatın serpilip gelişmesine çalışmak; işte benim ahlaktan anladığım bu. Hayatı yükseltmeye çalışmak, hayatın gelişmesine, hayatın serpilmesine çabalamak, bunu engelleyen ne varsa buna karşı mücadele edebilmek, insanların yüreklerine bu hayat saygısını serpmeye çalışmak.

Hepimiz ahlak hayatını yaşamaya çalışan insanlar olarak içimizde sonsuzluğu taşıyoruz. Unutuyoruz çoğu zaman içimizdeki sonsuzluğu. Dünyevi sıkıntılar ve kaygıların içerisine gark olmuş, gaflet halinde yaşayan bir insan haline gelmekten kaynaklanan bir durum bu. Böyle insanlara, bu şuurdan yoksun, bu ahlak körü insanlara kurallar koysanız ne olur? Böyle insanların yönetim biçimini demokrasi yapsanız ne olur? Bütün bunlar sadece şekilden başka bir şey değil. Ve o zaman ne oluyor? Demokrasi, başka insanları ezmek için, çıkarlar üzerine giydirilmiş bir kılıf oluyor. Vahşetin, zulmün, haksızlığın üzerini kapamak için hürriyet, özgürlük, demokrasi, eşitlik sözleri söyleniyor. Bundan daha ağır bir insanlık durumu olabilir mi? Bundan daha trajik, bundan daha ironik, bundan daha hazin bir durumda olabilir miyiz?

Küçücük yaşlarda aile içinden başlayarak çocuklarımıza insan denen varlığın derinliklerindeki o sonsuzu nasıl taşıdığını örneklerle göstermek gerekiyor. "İçinde evreni, dünyayı, insanlığı duyarak yaşayan bir insan olarak dünyaya ve hayata karşı sorumluluğun var." Sen bu hayata borçlusun. Mademki sen bu dünyaya geldin, o halde bu hayatı yükseltmekle mükellefsin. Ahlaklı olmak o demek. Onun için, herkes hayatın geliştirilmesi yönünde ne yapabilecekse, bilgisi, yeteneği, ufku doğrultusunda onu yapmaya çalışmalıdır. İyi keman çalabilecekse iyi keman çalsın, iyi matematik öğretebilecekse öğretsin, iyi mimari eserler yapabilecekse yapsın...

Ahlak, kesinlikle bir samimiyet ve şeffaflık içinde yaşanmalı. Ahlak, birtakım ahlaksızlıkların kapatılması için kullanılan bir kavram olamaz. Tıpkı, özgürlüğün, karşı tarafı ezmenin meşru kılınması için kullanılan bir kavram olmadığı gibi. Ahlak, kesinlikle bir samimiyet istiyor. Öyle bir samimiyet ki, içimizdeki eksiklikleri, içimizdeki çirkinlikleri öncelikle kendimize itiraf ederek, onlarla yüzleşerek, o yüzleşme doğrultusunda kendimizi geliştirmeye çabalayarak bir arada yaşamayı öğreneceğimiz bir samimiyet.

Değerlerimizi yeniden gözden geçirip tazeleyerek, ahlakımızı sürekli yeniden yorumlarla canlı kılarak yaşayabiliriz. Çünkü ahlak hayatı bir mana hayatıdır; mana dediğimiz şey de, sürekli değişen hayat karşısında tazelenmek zorundadır. Eğer sahip olduğumuz değerleri ve onlarla birlikte yaşadığımız manayı yenileme, tazeleme gücümüz yoksa hayatımız kokuşur. O manayı da maalesef bizim üzerimizdeki güçler bizim hayatımıza giydirirler, geçirirler, zerk ederler. Yazık ki, hayatımızdaki mana da, büyük ölçüde, çok farklı güçler tarafından, örneğin dilimiz elimizden alınarak, hayat tarzımız, giyimimiz kuşamımız, musikimiz, edebiyatımız elimizden alınarak ele geçiriliyor. Onun için, ahlaklı olmak, yüzyıllardan beri yaşanan bu topraklardaki hayata sahip çıkabilmek, o hayatı büyük canlandırmalar ve tazelendirmeler içinde geleceğe aktarmaktır.