Haziran ayı geldi mi; “İşte okulların kapanmasına çok az zaman kaldı, büyük tatil başlıyor” deriz. Büyük küçük bütün okulların sınav zamanıdır esasında Haziran ayı. Koskoca bir yılın muhasebesinin yapıldığı, iyi veya kötü notların öğrenildiği, karnelerin verildiği bir dönem...
Her insanın hayatından gelip geçmiştir bu günler. Okul sıraları, defterler, kalemler ve karneler.
İnsanın yaşı ilerleyince de şöyle der:
“Neler vermezdim o günlere geri dönmek için...”
İşte o düşünce, esasında bir hayat gerçeğidir. O uzun yolu nasıl yürüdüğümüz, nasıl boy verip yaşlandığımız ve etrafımızda fır dönen torunlarımızla buluştuğumuz koca bir ömür...
Orta ve liselerin sınavları bitti, bazı öğrenciler karnelerini aldılar bile. İlkokulların da kapanmasına az kaldı. Üniversite öğrencileri harıl harıl son sınavlarını vermek için sabahlıyorlar.
Evvelki gece sönen elektriklerden en çok etkilenenler de, herhalde üniversite öğrencileri oldu. Dönem itibariyle ışığa en çok ihtiyaç duydukları bir gecede elektriklerin sönmesi nice öğrenciyi etkilemiştir muhakkak. Onlar da bu zor şartlar altında sınavlarına hazırlanamaya devam ettiler ve ediyorlar da... Neticede elektrikler gelince kaldıkları yerden derslerini çalışmaya devam ettiler. Bu ayrı bir konu.
Benim esas üzerinde durmak istediğim husus, öğrencinin karne döneminde yaşadığı psikolojik sorunlardır. Özellikle kırık notlu karne getiren ilk ve orta öğrencilerin psikolojileri, her zaman bozuk olur.
Şayet evde keskin bir baba varsa, keskin ve dili pabuç gibi bir anne varsa, çocuk psikolojisinden anlamayan bir aile varsa, o çocuğun yaşadığı acılar ve yıkımlar çok büyüktür demektir.
Kırık notlu karne ile eve gelen çocuğun moralini düzeltecek sözler söylemek ve onun güven duygularını geliştirecek güzel kelimeler kullanmak lazım. Şayet aile o olgunluktaysa, aile-çocuk arasındaki çatışmalar pek olmaz. Belki de aile, “Oğlum, kızım... bu yıl başaramadın, gelecek yıl başarırsın. Sen akıllısın, sen başarmayacak bir insan değilsin, sana güveniyoruz” sözlerini kullanarak çocuğun iç yıkımlarını engellerlerse ne ala.
Şayet aile yukarıda ifade ettiğim gibi, çocuk psikolojisinden anlamayan bir anne-baba; “Sen aptalsın, sen tembelsin, sen beceriksizin tekisin, el alemin çocuğu güzel karne getirir, sen de kırık notlu karne getirirsin. Yediğin yedik, giydiğin giydik, daha ne istersin?” derse, o çocuk ileride nasıl bir insan olur, herhalde anlarsınız.
Bir evladın başarısızlıkları ile aile-evlat arasında bu türdeki konuşmalar veya çatışmalar deyince, aklıma ünlü ressam Van Gogh geldi.
Van Gogh’un babası Hollanda’nın hücra bir yerinde rahipti. Kilisenin onu o hücra yere göndermesinin nedeni, başarısız bir rahip olmasındandı. Van Gogh işte oralarda büyüdü. Rahip baba, hiçbir zaman oğlu Van Gogh’u takdir etmedi. Hep ona “beceriksizsin” dedi. Hatta hangi kadınla evlenmeye kalksa ona engel oldu. Neticede Van Gogh kiliseye bile girip, kısa bir süre rahip de oldu ama babasına hiç yaranamadı.
Bence başarmanın dinamikleri veya başaramamanın yıkımları farklı seyreder insan hayatında. Kimi dışlanan veya horlanan, takdir edilmeyen çocuk ya yıkılır ve yok olur, kimi çocuk da kendini yeniden var eder ve bütün hayatı boyunca intikam duyguları ile dolar taşar.
İşte Van Gogh, kendini acımasız bir babaya karşı yeniden var edenlerdendir. Resimlerini yaparken fırçalarını kırardı kininden ve öfkesinden. O psikolojik yıkımın altında yatan güzel kalbin ve o güzel insanın yardımseverlik duygusu da gelişir, tıpkı Van Gogh gibi.
Neticede babası öldüğünde yanında olamadı, ama ünlü bir ressam olmaya ve resimleri aranmaya başladığı zaman şöyle demiştir:
“Keşke hayatta olsaydı da ona, ‘İşte senin beceriksiz, bir baltaya sap olamaz’ dediğin! İşte o beceriksiz oğlunun tabloları ve onu seven insanlar’ diyebilseydim” gibi duygularla babasından bir tür intikam alma güdüsüyle kıvranmıştır.
Van Gogh’un tabloları bugün bir hazine değerinde. Yok olurken, dışlanırken, horlanır ve takdir edilmezken kendini yeniden var eden bir çocuğun dramıdır esasında Van Gogh’un hayatı.
Bu bir örneklemedir esasında. Çocuğun hangi şartlar altında olursa olsun, hangi zaman ve zeminde bulunursa bulunsun, mutlaka sevgiye ve takdire ihtiyacı vardır. İşte o anlamda, şimdi okulların kapanması döneminde, başarısız çocuklara veya kırk notlu karne getiren evlatlarımıza karşı çok merhametli ve anlayışlı olalım, diyorum...
Önemli olan, hayatta başarıdır, bunu da unutmayalım...