Crans-Montana’nın çöküşünden sonra Türk tarafının kendisine yeni bir yol haritası çizmesi gerektiği açıktır. Yapılan açıklamalar, söylenenler de bu yönde olduğundan böyle bir beklenti vardı. Oysaki Türk tarafı sanki üzerine ölü toprağı dökülmüş gibidir. Üstelik gün geçtikçe Türkiye – Kıbrıs Türk, KKTC’de de Cumhurbaşkanı – Hükümet, iktidar – muhalefet, sağ –sol ayrışması, giderek belirginleşiyor.
Bu ortamda Beşparmak Düşünce Grubu’nun,    “ÖNÜMÜZDEKİ DÖNEM İÇİN YENİ VİZYON/KILAVUZ YOL HARİTASI” başlığıyla paylaştığı değerlendirmenin önemli olduğunun düşünüyorum. Bu bakımdan, medyada yeterli oranda yer almadığını düşündüğüm bu önemli değerlendirmeniyi paylaşmayı uygun gördüm.
Beşparmak Düşünce Grubu’nun değerlendirmesi aynen şöyledir:
Annan Planı referandumlarını müteakip 28 Mayıs 2004 tarihinde verdiği raporda BM Genel Sekreteri, Kıbrıslı Rumların Plana hayır demekle sadece bir çözüm formülünü değil, "çözümün kendisini reddettiklerini" söylemiş, buna neden olarak da Rumların "Kıbrıslı Türklerle güç ve refah paylaşmak istememelerini" göstermiştir.
Bunu takip eden süreçlerde bu yalın gerçeğin değişmediği somut gelişmelerle kanıtlanmıştır.
Crans-Montana konferansının sona ermesiyle, gerek son gerekse daha önceki müzakere süreçlerinden ortaya çıkan dersler, yeni paradigmalar ve halen karşı karşıya bulunduğumuz tehdit ve fırsatlar ışığında, KKTC'nin kendisine yeni bir vizyon ve yol haritası oluşturup süratle uygulamaya koyması ihtiyacı hasıl olmuştur.
Crans-Montana görüşmeleri sonrasında BM Genel Sekreteri Guterres'in Annan dönemi benzeri bir rapor vermesi beklenmemekte olup bu, dönemin Özel Danışmanı Espen Barth Eide tarafından da, çeşitli vesilelerle telaffuz edilmiş ve kamuoyuna da açıklanmıştır. Nitekim Sn. Eide konuya ilişkin olarak yaptığı açıklamalarda bir yandan taraflara karşı suçlamalarda bulunmayacağını söylerken, diğer yandan da sürecin çökmesinden "tüm tarafların sorumlu olduğunu" ileri sürmüştür.
Bu iddia objektif ve adil olmamakla birlikte, doğru bir yaklaşım ve strateji uygulanması halinde, bunun halkımızı onyıllardır tabi tutulduğu haksız muameleler, izolasyon ve kısıtlamalar, statüko ve belirsizlikten kurtarmak için bir araç olarak kullanılabileceği değerlendirilmektedir. En genel ifadesiyle bu, uluslararası toplum açısından, "her iki taraf da gelinen noktada sorumluluk taşıyorsa, demek ki Kıbrıs'ta taraflar anlaşmaya hazır değildir; empoze bir çözüm ise söz konusu olmadığına göre, tarafları bu konuda zorlamak yerine alternatif arayışlara geçmenin zamanı gelmiştir" şeklinde yorumlanabilir.
Crans-Montana konferansında yüzümüze bir kez daha çarpan gerçekler karşısında önümüzdeki döneme ilişkin yeni yol haritası/vizyon’un odak noktalarını üç başlık altında toplamak mümkündür:
1. KKTC yönetiminin fiziki ve siyasi alt yapısının ve ekonomisinin iyi yönetişim, etkin ve kaliteli hizmet, hukukun üstünlüğü, etkin denetim, liyakat ve laiklik ilkelerine/gereklerine göre reforme edilip yeniden yapılandırılması ve kalitesiyle birlikte saygınlığının artırılması. Bunun için, Beşparmak Düşünce Grubunun organizatörleri arasında bulunduğu Toplumsal Değişim ve Diyalog İnsiyatifi'nin 22-23 Mart 2011 tarihlerinde düzenlediği "Toplumsal Değişim ve Diyalog Formu" Raporundan yararlanılabilir.
2. Rum tarafı ile bundan sonra yapılabilecek temasların anlamlı ve sonuç alıcı olabilmesi için gerekli  ön koşullar:
Taraflar arasındaki eşitsizliğin siyasi olduğu kadar pratik olarak da ortadan kaldırılması; gerçek hayatta eşitsizlik ortamında sürdürülen temas ve müzakerelerden eşitliğe dayalı bir sonuç çıkmasının mümkün olmadığının tecrübeyle sabit olduğunun muhataplarımıza vurgulanması.
Kıbrıs Türk halkı üzerinde onyıllardır uygulanan haksız, insanlık dışı izolasyon ve kısıtlamalar (bunlara uluslararası meşruiyet kazandıran "ambargolar" ibaresinden özellikle kaçınılmalıdır) 
kaldırılmadan Rum tarafı ile anlamlı ve sonuç alıcı temas ve işbirliği başlatılamayacağı. Bunun sağlanmasına öncelik verilerek Türkiye ile birlikte yürütülecek uluslararası bir kampanya çerçevesinde elimizde var olan enstrümanların (BMGS'nin 28 Mayıs 2004 tarihli raporu, AB Komisyonu'nun 26 Nisan 2004 tarihinde aldığı karar, İslam İşbirliği Teşkilatı'nın (İİT) mükerrer kararları, İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi ve ilgili diğer uluslararası konvansiyonlar) sonuna kadar kullanılması.
Tarafların kurumsal varlığının eşitlik düzeyine getirilmesine yönelik olarak, Rum tarafıyla herhangi bir temas/işbirliği olasılığının değerlendirilmesi sürecinde Cumhurbaşkanlığı'nın yanısıra, KKTC Meclisi ve Hükümeti'nin de muhakkak devrede tutulması, atılacak tüm adımların ve alınacak önemli kararların mümkün olan en yüksek derecede ortak akılla alınması. 
Elli yıla yakın bir süredir sonuçsuz müzakere süreçlerinden çıkarılan dersler ve Rum tarafının değişmeyen hakimiyetçi saplantıları karşısında gelecekte yer alması muhtemel herhangi bir diyalog veya temasın, "müzakerelerin bırakıldığı yerden yeniden başlatılması" ve federal çözüm ya da başka herhangi bir ortak yönetim şeklinde değil, Ada'da mevcut iki ayrı Devlet'in eşit statüleri zemininde alternatif işbirliği/barış içinde yan yana yaşama olasılıklarını ele alacak bir anlayışla yapılması gerektiği düşünülmektedir. 
Bazı çevreler tarafından ortaya atıldığı anlaşılan BM şemsiyesi dışında, örneğin İskandinav ülkelerinde, görüşmeleri yeniden başlatma önerilerinden dikkatle kaçınılması gerektiği izahtan varestedir. Sorun esasta görüşmelerin yöntem veya yeriyle değil, özüyle ilgilidir. Rum tarafının siyasi eşitliğimizi hazmedememesi/içselleştirememesi yüzünden, BM parametreleri zemininde federal çözüm arayışları tüketilmiş, bu gerek Türkiye gerekse siyasi liderliğimiz tarafından da kamuoyuna açıklanmıştır. Bundan geri adım atıldığı takdirde yaşamsal hak ve çıkarlarımıza verilecek zararlar yanında kredibilitemizi yitireceğimizi ve bütün bunların bedelini çok ağır ödeyeceğimizi tahmin etmek güç değildir.
Yine bu çerçevede, önümüzdeki BM Genel Kurulu çalışmaları nedeniyle her iki liderin de hazır bulunacağı New York'ta, bazı çevrelerin girişim ve baskılarıyla BMGS'nin gözetiminde  hedefinin “gerçekleştirilebilir ve sürdürülebilir” olmadığı kanıtlanan ve Crans Montana’da sonlanan sürece köprü kurmak amacıyla üçlü bir zirve yapılmasına yönelik yaklaşımların kararlılıkla karşısında durulması gerektiği de açıktır.
Nitekim, işlerin eskisi gibi devam etmeyeceğinin (not business as usual) BM Sekretaryası tarafından da telaffuz edildiği anlaşılmaktadır. Gerçeklerle örtüşen bu söylemden mutlaka yararlanmalıyız. Mevcut şekliyle devam etmeyeceğini söylediğimiz BMGS İyi Niyet Misyonu ve bu çerçevede zaman içinde oluşan parametreler ortadan kalktığına göre, bunun gereklerini de ciddiyetle ve pratik anlamda yerine getirmeliyiz. Bu çerçevede görüşmeci heyetimizin görevinin son bulduğuna dair bir karar da alınmalıdır. 
İşlerin eskisi gibi gitmemesi gereken bir diğer alan da BM Barış Gücü'nün (BMBG) 1964'ten beri süregelen Ada'daki misyonudur. Güney Kıbrıs Rum Yönetimi'nin "Kıbrıs Hükümeti" olma iddiasının bir teyidi olmaktan başka bir işe yaramayan bu Güç'ün misyonu çoktan sona ermiş olmalıydı. Ancak bunu açıkça talep etmek uluslararası toplumu karşımıza almak sonucunu doğurabileceği cihetle, bunu yapmak yerine, BMBG'nin görevleri ara bölge ile sınırlı bir gözlemci güç haline dönüştürülmesi (ABD'nin bu konuda yaptığı son açıklamalara bakılırsa bu konuda uluslararası iklimin buna müsait olabileceği düşünülmektedir) ve Rum tarafıyla olduğu gibi bizimle de ayrı bir statü anlaşması yapması talep edilebilir. Geçmişte bu konuda yaptığımız girişimler sonuç verme noktasına ulaşmış ("exchange of letters" -- mektup değişimi yoluyla), ancak teknik bir hata yüzünden son anda bundan vazgeçilmişti. Bu haklı talebimiz yeniden canlandırılabilir, çünkü dünyadaki tüm barış güçleri, ilgili tarafların rızasına dayanmaktadır.
3. KKTC'nin gücünü artırıcı stratejik girişim/projeler üzerine odaklanılması.
Uluslararası alanda KKTC'nin gücünü artıracak ve Rum tarafına karşı siyasi bir denge oluşturacak en önemli unsur hiç kuşkusuz diplomatik tanınmadır. Mevcut tablo, bunun gerçekleşmesi için koşulların elverişli olmadığı şeklinde görünse bile, geçmişte buna yönelik ciddi veya kapsamlı bir girişim yapılmadığı gözönünde bulundurulduğunda, bu konuda peşin hüküm vermek mümkün değildir. Kosova örneğinde olduğu gibi, bu konuda gerekli hazırlıklar yapılıp Türkiye ile işbirliği içinde buna yönelik yapılabilecek girişimler ısrarla sürdürülmelidir.
Siyasi tanınmanın gerçekleşmemesi veya yeterli düzeyde gerçekleşememesi halinde devreye girebilecek diğer alternatiflerin de (Türkiye ile gümrük birliği, savunma işbirliği anlaşması ve dışişleri dahil benzeri özel ilişkiler) üzerinde durulmalıdır.
Deniz yetki alanlarımızda TPAO ile hidrokarbon sondaj/keşif kazısı çalışmalarına KKTC’nin de statüsünü/görünürlüğünü artıracak şekilde hız verilmeli, kamuoyu bu konuda düzenli aydınlatılmalıdır.
Elektrikte Türkiye ile en süratli şekilde enterkonnekte sisteme geçilmelidir.
İzolasyon ve kısıtlamaların kaldırılması/hafifletilmesine yönelik olarak İİT'nin Türk tarafına müzahir ülkeleriyle (başta Katar, Pakistan ve Azerbaycan akla gelmektedir) her alanda daha yakın ve somut temas ve işbirliği imkanları aranmalı, olanaklar zorlanmalıdır.
Taşınmaz Mal Komisyonu'nun (TMK) işlevselliğini artıracak hızlı ve sonuç alıcı önlemler  alınmalıdır.
Maraş'ın vakıf malı statüsünün içte ve dışta tescili için ciddi adımlar atılmalıdır.
İnsan kaynakları ve nüfus politikası oluşturulmalıdır.
Tabii ki bütün bunlar yapılırken her aşamada Anavatan Türkiye yetkilileriyle de yakın temas, istişare ve işbirliği içinde olunmalıdır.
Beşparmak Beşparmak Düşünce Grubu – 12 Eylül 2017