Kıbrıs Türkü’nün yetiştirdiği en ünlü erkek terzilerinden Osman Belet, hiç beklenmedik bir anda aramızdan ayrıldı.  
Ayrılması gerçekten pek çok insanı üzdüğü gibi, beni de üzdü.  Üzüntümün pek çok nedeni vardır.     
Şunu  belirtmeliyim...  Osman Belet’i, bundan tam 34 yıl kadar önce tanımıştım.  Her ne kadar da kendisini “Lefkoşa insanı olan” bir sima olarak Lefkoşa içinde ve dikiş dünyasında tanısam da, gerçek anlamda onunla çok yakın iki dost, çok sıcak bir insan olarak tanımam, 1984 yılında Dr. Burhan Nalbantoğlu Hastanesi karşısında inşa etmiş olduğumuz evlerimizin çok yakın olmasına dayanır.     
Yeni bir ev yapıp, yeni komşular edinmek ve yeni dostlukları pekiştirmek gerçekten çok önemliydi o böllge sakinleri için.     
Mustafa Hacıali’nin açmış olduğu arsalara artık evler yapılmaya başlamıştı.  
Biz de bir tanıdıkla ortaklaşa aldığımız yarım arsamıza evimizi yapmış ve göçmenlik sonrasında yerleştiğimiz o küçücük apartman dairesinden çıkıp, yeni evimizde huzura kavuşmuştuk.     
Osman Belet, ünlü bir iş adamıydı ve bizi ayıran arsanın tam karşısına “Belet Apartmanı”nı yapmıştı.  Her katta bir dairesi vardı.  
Yani çocuklarına birer ev yapmıştı.     
Bu yeni bölgede komşularımız kimlerdi?     
Başta Mustafa Hacıali olmak üzere, terzi Osman Belet, Dr. Yüksel Tüccaroğlu, Mehmetali Tremeşeli, dövizci Beh
a ve rahmetlik Ali Argüden’di.  Ondan sonra da çocuk doktoru Şenay Kara yapmıştı evini.     
Çok güzel bir mahalle oluşmuştu.  
34 yıl sonra şu bizim mahalleye kocaman apartmanlar yapılmış ve o eski nostalji günlerimiz mazide kalmıştır.     
Özellikle yaz geceleri geldi mi, balkonlarımıza tavlayı kurar ve tavla turnuvaları yapardık.  Osman Belet, gerçekten çok iyi bir tavla ustasıydı.  
Ustalığı bir yana, çok ilginç ve insanı güldüren tavla ile ilgili müstehcen şakaları da vardı.  
Zaten tavlanın lezzeti ondaydı.     
Rahmetlik Osman Belet’le eşi bize misafirliğe geldiklerinde evimdeki tablolarımı büyük bir hayranlıkla izlerlerdi.  
O hayranlığı esnasında kendisine bir tablo yapma sözü vermiştim.  
Nitekim Belet Ailesi’ne bir armağan olarak güzel bir tablo yapmıştım ve o tablomu,  salonlarının en gözde yerine asmışlardı.  
Ondan sonraki bütün sergilerime ve kitaplarımı imza günlerine katılmayı ihmal etmedi sevgili dostum Osman Belet.     
Zaman bir su gibi akıp gitmişti.  Bir gün bir haber almıştık.       
Ailesi, “Terzi Osman, yüksek tansiyondan bir felç geçirdi” demişti.  
Onu bir süre hastaneye yatırıp erken tedbir almışlar ve eve çıktığında nerdeyse normale çok yakın bir duruma gelmişti.     
Kendisine ziyarete gittiğimde, en son romanım olan “Gidişle Dönüşün Romanı” isimli son kitabımı “geçmiş olsun”dileklerimle imzalamıştım ve çok da mutlu olmuştu.     
ka bün kendisine uğrayıp uzun bir sohbet yapmak ve yalnızlığını unutturmak için hemen uğramıştım ki, her gün kendisine fizik tedavi yapan eleman çıkagelmişti.  Yani o günkü sohbetimiz yarım kalmıştı.  Lakin vücudundaki inmenin iyiye doğru gidişini bize kanıtlamak istercesine bastonsuz şöyle balkonda yürümüş ve yerine oturmuştu.     
Ne kadar mutlu olmuştum size anlatamam onun sağlığına kavuşmaya doğru gidişine.     
O son görüşmemizden bir hafta kadar bir zaman ya geçmiş, ya geçmemişti ki, Osman Belet’in dengesini kaybedip yere düştüğünü ve başını vurup beyninde bir kanama meydana geldiğini öğrenmiştim.  
Galiba bir on gün kadar yoğun bakımda kaldıktan sonra onu normal bir odaya almışlar, ama sonra fenalaşınca yeniden yoğun bakıma almışlar.     Onun hastaneye girişi son girişiydi.  17 Temmuz’un gecesinde hayata veda ettiğini öğrenmiştik.  
O gün facebook’taki haberlere bakmamış ama gazetede onun resmini görünce şoke olmuştum.  Benim romanım da onun koltuğunda okurken  yarım kalmıştı.     Allah rahmet eylesin...     
Osman Belet gibi kaç tane “nesli tükenen insan” kaldı şu memlekette?  Şu koca Lefkoşa’nın karakteristik özelliklerini taşıyan Osman Belet gibi nice esnaf ve sanatkar, teker teker bu dünyadan göçüp gittiler.     
Osman Belet, tezilik mesleğini dört dörtlük öğrenmek ve öğrendiklerini müşterilerine uygulamak için Paris ve Londra’da terzilik üzerine eğitim almış ve “Ünlü terzi Osman Belet” ismini taşımaya hak kazanmıştı.     
Zaman zaman Polis sokağındaki terzi atölyesine uğrar ve  kendisi ile uzun uzun sohbetler ederdik.  Her taraf kumaş ve masura doluydu.  Dikiş makinaları da ayrıydı.  Gerçekte o, mesleğine aşık bir ustaydı.  Özellikle yaz sabahında güneş doğarken bahçedeki çiçeklerimi sularken, o da arabası ile kapımızın önünden geçer ve atölyesindeki işleri sabahın sessizliğinde bitirip yoluna koymak için yollara düşerdi.     
Onun “Usta terzi Osman” diyecek bir ifadeyi öğrenmiştim müşteri edindiği Birleşmiş Milletler Barış Gücü Askerlerinden.  Pek çok yabancı müşterisi vardı.  O müşteriler ona, “Osman, The Tailor” derlerdi.  Yani, “Terzi Osman” diye hitab ederdi.     
Gerçekte mesleğini teknik olarak geliştirmek bir yana, Londra’daki terzilik eğitimlerinde mükemmel İngilizce diline de vakıf olmuştu.  O BM askeri ile İngilizce konuşmasına hayrandım.     Her ne ise... Şuydu, buydu derken ünlü terzi, mükemmel bir baba, mütevazi ve gerçek anlamda insan olan sevgili dostum Osman Belet artık son yolculuğuna çıktı ve çarşı pazarımızı yetim bıraktı.     
Allah’tan ona gani gan rahmet, yaslı ailesin başsağlığı dilerim.  Yattığı mekan, onun cenneti olsun.