Yaklaşık nerdeyse üç ay oluyor insanlar evlere kapanalı veya kononavirüsle mücadeleye başlayalı.  Hiç de kolay değildir normal bir hayat sürerken birden bire insanın kendinii dünyadan ve herşeyden izole etmesi.

                Geçirdiğimiz aşamaları şöyle gözlerimin önüne getirirken, bayağı ürperiyorum...  Özellikle büyük memleketlerde milyonlarca insanın verdiği bir can  kavgası, virüs nedeniyle dolan hastaneler ve gömüllecek toprak bulunamayan zavallı insanların cesetleri...

                Bizler çok şükür bunu yaşamadık.  İnşallah yaşamayız bundan sonra.  Bütün dünyanın aynı düşman için savaştığı bir mücadeleydi bu.  Düşman bir, ama o düşmanın karşısında mücadele veren bütün insanlık ve bütün insanlar.  Kimin aklına gelirdi insanların böyle bir acı olayda birbirine kenetleneceği?

                Bu durumu irdelerken gayri ihtiyari Allah’ın bir mesajı gibi bir fikir geliyor aklıma.

                Allah, “Ben size hayat verdim, su verdim, güneş verdim, oksijen verdim, cinsellik verdim, göz verdim, kulak verdim ve herşeyi verdim.  Ama siz, hala biribinizi yiyip bitiriyorsunuz.  İşte şu virüs size örnek olsun.  Bundan sonra biribirinizi öldürmeyip, kucaklayınız” demiştir herhalde.

                Demek acıların evrenselliği, bütün ferdi veya milli kavgaları bir tarafa fırlatıp attırdı insanlara.  Keşke hayat normale döndüğünde de, insanlar bu acı olaydan ders alıp, önemli olanın insan hayatı olduğunu idrak etselar.

                Şu anda bizim KKTC’de ve Güney Kıbrıs genelinde durum kontrol altına alınmış görünüyor.  Sağlık Bakanı Pilli ile Başbakan açıklıyor.  Bir aydan beri bizde herhangi bir pozitif vakaya rastlanmadığı dile getiriyor.  Bu bizim için huzur ve mutluluk verici bir durum.  Lakin adeta hayatın normale döndüğü mesajını veren ilgililer, halktan ve serbest iş sahiplerinden gelen baskılar onları, bazı tedbirler almaya zorluyor.

                Şu anda geldiğimiz mevsim, yazın kıyısı... Yani aniden bastıran sıcaklar ve özlenen plajlar, restorantlar, serbest seyrüseferler, aile ziyaretleri, kahveler, kahve muhabbetleri ve pek çok eğlence yerleri, dağılan ekonominin yeniden toparlanması v.s.....  Okullar bu yıl bir kayba uğramış oluyor.  Eğitim Bakanı Nazım Çavuşoğlu bu duruma açıklık getirirken, elbette ki onun da yüreği sızlııyor bu durumdan.  Ve şimdi de gündem, kapıların açılmasına geldi.

                Başbakan Tatar’ın şu açıklaması ve daha nice siyasinin açıklması bayağı beni düşündürmedi diyemem.

                Tatar, “Kapıları açmaya hazırız” diyor.  Cumhurbaşkanı Mutafa Akıncı da bu konuda olumlu konuşuyor.  Rum tarafından da olumlu sinyaller gelmeye başladı.

                Bütün bunları dinlerken ve yazımı yazarken şu ifadeyi koymak istedim yazımın başlığına:

                “Özlemler bizi hüsrana uğratmasın.”

                Geldiğimiz nokta normal bir hayata dönüş noktası gibi görünse de, ilgililer “Biz bu tedbirleri alıyoruz ama halkımız da sosyal mesafeyi korumak zorunda olacak” diyorlar.  Haklılar da.  İş bu raddeye geldikten sonra bu uyarıları yapmak zorundadırlar.

                Kapıların açılmasını en çok isteyenler, herhalde güneyde eğitim gören, güneyde çalışan veya üslerdeki işlerine gitmek zorunda kalan insanlarımızdır.

                Yarın olası geçişlerde nasıl bir yöntem uygulanacak?  Geçiş için kapıya gelen veya kapıdan güneye geçecek olan için karşılıklı insanların ateşlerine bakılarak mı tedbir alınacak?  En kestirme tedbir bu olsa gerek.  Adam büyük hayallerle kapıya gelmiş ve ateşine bakılmış.  Bir de baktılar ki çok yüksek ateşle orada bulunuyor.  Oradaki ilgili veya ilgililer herhalde, “Arkadaş senin çok yüksek ateşin var, muhtemelen virüs taşıyorsun” deyip onu geri gönderecekler.

                İşte o durumda kuzeyde veya güneydeki sağlık birimleri harekete geçip gerekli sağlık sevkiyatını sağlayacaklardır diye düşünüyorum.

                Yarın kapılr açılırsa, gerçekten özlemlerin kuyrukları oluşturulacak sınırlarda.  Hem de çok büyük kuyruklar.  Ve o büyük kuyruklar bizleri bayağı ürkütecektir.

                Bazı insanlar kaplarına sığamazlar.  Mesela kuzeyde hayatın normale dönmesi en büyük özlemimiz ve arzularımızdır.  Ancak ille de güneye geçmek istiyorum diyenler olacaktır.  Sanki kuzeyde bir süre daha zaman geçiremezler gibi...  Restoranların açılması ile evlerimize paket servislerin yapılması sağlanmış olacak, ki bu hizmetler başlamıştır.  Deniz özlemleri de kontrollu sağlansa da, deniz suyunun sağlıklı su olduğunu düşünürsek, denizden bize zarar gelmeyeceğini de biliyoruz.  Veya tatil köylerinde, otellerdeki havuzların klorlu sularının da insanlara zarar vermeyeceği aşikar.  Bizi ürküten nedir bilir misiniz?

                Devamlı güneyde süren taramalarda, hala virüs taşıyan insanların mevcudiyetidir.  Yani yüksek ateşi olmadığı halde sınırdan geçen virüs taşıyıcı bazı Rumların kuzeye virüs aktarabilecekleri durumu, bayağı insanı düşündürüyor.  Haydi anladık... Artık hayatımız normale dönüyor.  Bari bir ay daya şu kapıları kapalı tutsak ne olurdu yani.  Zorunlu güneye geçeceklere sözüm yok.  Çünkü o insanların ya eğitim, ya da ekmek parası sorunu vardır.  Bunlar bir yana, güneyden kuzeye gelecek “misafir virüs”ten korkuyoruz.

                Ve yine vurgu yapıyorum.

                “Özlemlerimiz bizi hüsrana uğratmasın!...”