Biraz da acaip bir başlık oldu ama olsun. Son günlerde döviz kurlarında meydana gelen dalgalanmalar bana böyle yazdırdı. Her ülkenin kendisine ait bir para birimi olması devletler tarihi ile özdeşleşmiş bir alamet-i farikadır.
Hatta çok yaygın tarihsel adetler arasında yönetimi devralan kral veya başkanların ilk olarak yaptıkları kendi adlarına para bastırmaktı. Yönetenlerin egemenliklerinin en belirgin işaretlerinden birisi de kendilerine ait para birimleri olmasıydı.
1950’lerin Breton Woods’undan bu yana, Dünya Bankası ve IMF arcılığı ile dünya geçerli kılınan dolar bazlı finansal ve ticari sistemler olmadan önce ülkelerarası ticaret ve ekonomik ilişkiler hangi parasal ölçeklere göre yürütülüyordu? Dünya yüzünde az bulunması veya nadirliği ya da kıtlığı nedeniyle kıymetli maden sayılan altın, gümüş gibi metaller ve diğer başka kıymetli taşlar insanların alışveriş yaparken satın alma aracı olarak kullanmış oldukları değerlerdi.
Ülkelerin hazinelerinde hala daha döviz diye nitelendirdikleri kıymetli yabancı paralar yanında hala altın rezervleri bulundurmaları altının vazgeçilmezliğini ortaya koyuyor.
Doğaldır ki yerleşik tarımsal yaşama geçen insan toplulukları aralarındakialış-verişe öncelikle değiş tokuşla başlamışlardır (bartering). Ticaret hacimlerinin ve niteliklerinin artması değiş tokuşa konu olan mal ve hizmetlerin farklı kıymetlerinin olmasının yaratmış olduğu tıkanma ve sorunları aşmada para bir değişim aracı olarak ortaya çıktı.
Paranın tarihinin de ilk toplu yerleşim birimlerinin tarihi kadar eski olduğunu tahmin edebiliriz. Eski Roma imparatorluğuna ait basılmış madeni paraların çok yaygın coğrafyalarda bulunmakta olması bu güçlü devletin aynı zamanda egemenlik alanlarını da kolayca yansıtmaktadır.
Para hakkındaki bu hoşbeşimizden sonra gelelim günümüzdeki, para, mal ve hizmet hareketlerine.
Ülkelerin paraları birbirlerine göre, neden kıymetlenir,neden değer kaybeder? Bizler Kıbrıslı Türkler olarak 1974 yılından bu yana Türkiye Cuhuriyeti Merkez Bankası tarafından basılmakta olan TürkLirası , ya dakısaca TL kullanmaktayız. Siyasal nedenlerle de ekonomimiz çok büyük ölçüde Anadolu ekonomisine bağlı. Yani dış alımımızın çok büyük bir bölümünü Türkiyeden gerçekleştiriyoruz. Yaklaşık olarak yılda bir miyar TL’lik bir hacim. Yine en fazla dış satımımızın da Türkiye’ye yapıldığı ortada.
Toplamda 100 milyon TL’lık bir dış satımımıza karşılık, bir milyar dolardan fazla bir dışalımımızın olması yarattığı farkı, turizm ve eğitim hizmetlerinden karşılıyoruz.
Dış ticaret ve TL kullanmakta oluşumuz nedeniyle Türkiye ekonomisine bağlı olmamız, bu ekonomide meydana gelen dalgalanmaların doğrudan bizlere de yansımasına neden olmaktadır. Bundan dalgalanmaların yansımalarında kaçınamayız.
Gerek bankalarda gerekse cebimizde veya yastık altında olan Türk lirası birikimlerimizin olduğu yerde satın alma gücünü kaybetmesi, döviz denen yabancı paralar karşısında değer kaybetmesi hazmedilmesi kolay bir durum değildir. Bunun adı ekonominin gerilemesi ya da “fakirleşmedir”.
Kıbrıslı Türkler 1978’lerden başlayarak günümüze kadar, Türkiye ekonomisinde yaşanan krizler nedeniyle değişik dönemlerde zelzele gibi gelen devalüasyon ve enflasyonlarla çoktan tanışmışlardır. Ancak yine söylemek gerekir ki Türk ekonomisinde özellikle 2000’li yıllardan sonra yaşanan düzelme ve iyileşmeler nedeniyle de toplumumuz olumlu yönde payını almış ve “zenginleşmeler” de yaşamıştır.
Makro-ekonomi kurallarına göre, ülkelerin dış satımını artırmanın yani yabancı para rezervlerinde artış sağlamanın bir yolu da serbest dalgalanma politikalarından önce, ülke parasının bir miktar devalüe edilmesiydi. Parasının değeri düşürülen ülkede üretilen mal ve hizmetlerin değeri, diğer ülke para birimlerine göre ucuzlayacağından ihracatında artışlar sağlanması mümkün olur bu da döviz açığını azaltabilirdi. Günümüzde günlük olarak uygulanan serbest kur veya dalgalanmayla, görece daha ucuz hale gelen mal ve hizmetlere olacak talep artışı, hem dış satımı hem de ülke turizminin girdilerini artırır. 
Ancak sonuçta, ekonomi alanı da ülkeler arası bir yarıştır, daha kaliteli ve ucuz mal ve hizmetleri üretebilenler daha fazla satarak kazançlarını da artırabilirler.
Ülkemizde 16 tane üniversite vardır. 16 Üniversite de sırada kayıt beklemektedir. Üniversitelerimizin elbirliği ve işbirliği yaparak oluşturacakları bilimsel araştırma, araştırma-geliştirme merkezlerinde üretilecek yeni teknolojilerle atılım yapar,para kazanır hale gelmemiz de olasıdır.
Devletin yönlendiriciliği ve desteğindeki fonlarla desteklenebilecek bu girişimlerin, yurt dışında halen kendi alanlarında çalışmakta olan nitelikli Kıbrıslı Türk bilim insanlarını da buraya çekebilir ya da onların da destekleri istenir, katkıları da olur kesinlikle.
Parayı da pulu da yaratan, çalışmaktır, üretmektir, ve dar zamanların da gelebileceğini bilerek hesaplı yatırımlara gitmektir.Ülkelerin paraları ve hele de ekonomisi güçlü olan ülkelerin paraları  bile zaman zaman birbirlerine karşı görece değer kaybetmeye veya değer kazanmaya devam edecektir.
Hükümet alabileceği enflasyonun etkilerini hafifletici önlemleri almakla mükelleftir. Ama siyasal yöneticilerin yapmaları gereken esas görev, ekonomimizi büyütecek orta ve uzun vadeli önlemleri alırken bunların planlamalarını yaparken, verimliliği de artırmanın yollarını arayıp bulmalarıdır.
Çalışacağız, çalışacağız, çalışacağız..TC’den gelen suyla tüm KKTC verimli topraklarını organik üretimle yeşillendirmek, yurttaşlara sağlık kadar ceplerine de ihracatla bol para getirecektir. İlk aklıma gelen bu. Bu alanda tüm bölgede göreceli bir üstünlük yaratma şansımız hala devam ediyor.