Paylaşmak üzerine pek çok şey yazıldı çizildi.  Yine yazılacak ve yine çizilecek.  Lakin “paylaşma”nın derinliğindeki anlamı iyi bilmek ve iyi kavramak lazım.

                9 Ağustos günü aylar sonra  KKTC Cumhurbaşkanı Mustafa Akıncı ile Rum toplumu Başkanı Nikos Anasstasiadis,  “Kıbrıs’ın paylaşımı” üzerine konuştular.

                Evvela şunu ifade edeyim...

                Taraflar  toplantıya gitmeden önce kafamda beliren bir ifade vardı.

                “Paylaşmayı bilmeyen veya istemeyen Rumlar, sürece yine tıkaç koyacaklar.”

                Bu düşüncemin hiç de yanlış olmadığını gördüm ve saptadım 9 Ağustos’taki toplantı sonrasında.

                Kıbrıs görüşmelerinin en doruk ve en zirve anlaşma noktası idi Grand Montana.  Lakin Rumlar ona tıkaç koyunca  ve zamana oynamaya kalkınca süreç yine tıkanmıştı.

                “Paylaşmak” bir erdemdir esasında.  İnsanoğlu hayatı paylaşır, ekmeğini paylaşır, zamanı paylaşır ve vatanını paylaşır.

                Bu paylaşım anlayışı içinde Rumların hizaya gelmesini beklersek, daha çok bekleriz herhalde.  Hani bir söz vardır ya...

                “Çekersin gelmez, itersin gitmez” diye bir söz...

                İşte Rumların gerçek görüntüsü budur.

                KKTC Cumhurbaşkanı Mustafa Akıncı yine iyi niyetini korurken, Rum toplumu başkanı Nikos Anastadiadis “çok samimi bir toplantı oldu” diyerek, federasyon zemininde anlaştıklarından söz etmiştir.

                1968’den bugüne kadar bütün ikili görüşmeleri pasaj pasaj inceleyiniz, hiçbirinin diğerinden farkı olmadığını ve elle tutulur çözüme yönelik bir girişim noksasına gelmediğini göreceksiniz.  Bir diğer deyişle RUMLAR YİNE ZAMANA OYNUYOR...

                Tam on bir yıl Rumlardan bir paylaşım anlayışı bekledik ama olmadı.  Neticede Kıbrıs Türklerine en azından 70:30 esaslarına göre hakların teslimini bekledik ama o da olmadı.  Özgürlüğümüzün geri verilmesi de olmadı.  Soluk aldığımız havayı bile bizimle paylaşmak istemediler.

                Değil hayatı paylaşmak, hepimizin hayatını çaldılar ve hala çalmaya da devam ediyorlar.

                Türk siyasilerinin ve KKTC siyasilerinin Rumlara uzatmış oldukları zeytin dalı bile kurudu.

                Gerçekte Kıbrıs’ta coğrafi paylaşım, Türkiye’nin etkin ve fiili garantörlüğü ile sağlandı, 20 Temmuz 1974 tarihinde.

                Şimdi soruyorum...

                Rumlar kendilerince tek yanlı veya yarım Kıbrıs’ı basamak yaparak Türkleri o sözde Cumhuriyete yama yapmaya çalıştıklarında gerçek anlamda huzurlu mular?

                Bir tarafta yine tek taraflı AB’ye girdiler ama yine huzur bulamadılar.

                Ve tek taraflı olarak Akdeniz’de doğal gaz ve petrol araştırma ve kazıları da onlara huzur vermedi ve vermeyecek.

                Madem dize gelmiyorlar, elbette ki Türkiye de garanti anlaşmalarından doğan hakkını kullanarak KKTC sularında doğal gaz araştırmaları ve kazıları yapacaktır.

                9 Ağustos 2019’daki ikili görüşmelerden de “paylaşım” çıkmadı.  Zaten görüşme öncesinde Anastasiadis “Petrolu ve doğal gazı konuşmayacağımızı peşin ifade edeyim” dememiş mi? Peki... Rumlar bu “paylaşıma” yanaşmadıkları sürece huzur bulacaklar mı? Yine bulamayacaklar.

                Bence Rumlar, Akdeniz’de yeni bir savaşa zemin hazırlıyorlar.  Sakın ola ki herşey olup bittikten sonra Rumlar “keşke” kelimesini kullanmasalar ve ağlamasalar Kleridis gibi.

                Kleridis Merhum KKTC Kurucu Başkanı Rauf Denktaş’a şöyle demişti:

                “Keşke Cenevre’deki tekliflerinizi görüşüp bir karara bağlasaydık.  Böylece binlerce Rum, binlerce Türk kendi topraklarından ve evlerinden olmazlardı.”

                İşte o keşkeler insana zamanı geri getiremiyor.

                Şu anda Anastasiadis’i, ikinci bir çılgın Nikos Samson gibi görüyorum. O Nikos Samson ki, Türkiye’yi hafife alarak Kıbrıs’ı Yunanistan’a bağlamaya kalktı.

                Anastadiadis şu anda “Kıbrıs’ı Yunanistan’a bağlıyorum” demiyor ama aynı siyaset görüntüsünde farklı politikalarla Türkleri ekarte ederek kendilerine bir gelecek hazırlıyorlar.  Yani Türksüz bir Kıbrıs’ta. O zaman da avuçlarını yalarlar.

                Maalesef Rumlar paylaşmayı öğrenemediler ve öğrenemeyecekler de.  O halde...  Öyle görülüyor ki tarafla masada kalma adına bu iyi niyetlerini sürdürecekler.  “İyi niyet” ifadelerini sadece Akıncı için geçerli sayıyorum. 

                Bu film yeniden başa sarılmıştır ve yine aynı filmi ta baştan izlemeye başlayacağız.

                Kıbrıs Türkünün daha fazla bekleme lüksü yoktur.  Ne de Rumların gönüllerinin olmasını beklemek.  O halde zaman kaybetmekten başka birşey değildir olan ve olacak olanlar.  Neticede,

                Onlar yollarına, biz de kendi yolumuza arkadaş! Diyorum...