Sadece ülkemizde değil, bütün dünyada plastik ve naylonların kullanımı yasaklandı.  Bizde uygulanan yasaklar geçerli mi?  Şimdilik pek geçerli değil ama en azından halkın beynine sokulan bir çekirdek vardır.

            Marketlerdeki naylonların parayla satılması, bir nebze halkı geriletse de, hiç de kolay değildir alışılmış naylonları bir anda hayatımızdan çıkarmak.

            Bu kez marketlerden alış veriş yapan insanlar, parayı bastırıp beş on tane naylon çantayı alıp, hayatını kolaylaştırıyor.  Bunu yaparken de, “25 kuruş için kendimi hiç de zora sokmam” anlayışı ile o naylonları yine evlerine taşıyorlar.

            İnsan kendini şöyle bir tartsın...

            Naylon olmadan nasıl yaşanacak, onu düşünsün.

            Yoksa eski günlere mi döneceğiz...

            İkinci Dünya Savaşı sonrasında fakir fukara, zenginlerin çöpe atacakları gazeteleri evlerine götürüp, hamurdan bir lapa yaparak, “hartuç” dediğimiz kese kağıdını yaparlar, sonra da okka hesabı bakkallara satarlardı.

            Esasında kese kağıdı yapmak, bir çeşit el sanatıydı.  Kağıt kullanımı ve kağıt hamurunun işlevselliği, insan hayatına girmiş bir kere.

            Kimi sanat atölyelerinde kağıt hamurundan türlü el işleri yaparlar.  Onu yaparken de, “kullanılan maddelerin dönüşümü” gibi bir durum yaratırlar.

            Gerçekten dönüşüm merkezleri, toplum kültürünü bilinçlendirme ve toplu yaşama kültürünü edinme amacını taşır.  Sadece kültürel anlamda değil, sağlık anlamında da o “dönüşüm” merkezleri kuruluyor.

            Avrupa’nın çeşitli ülke ve kentlerinde “dönüşüm” merkezleri vardır.  Hatta o dönüşüm merkezleri sınıflara ayrılarak, halka kolaylık sağlanıyor.

            Mesela kırık camlar, demir parçaları, kağıt ve naylonlar hepten dönüşüm malzemesidir.

            Bizde pek cam veya cam malzemeleri üretimi veya atölyeleri yoktur.  Ama o cam parçaları, atık şişeler, kırık şişe ve tabaklar, gerçekten kocaman bir fabrikanın ham malzemesi olabiliyor.

            Hepimizin yakından gözlemlediği bir İstanbul hayatı var.  İstanbul’un bazı sokaklarında eski toplayıcı kişiler vardır.  Atık cam parçalarından tutun da eski çatal bıçak, demir ve tencerelerine kadar herşeyi toplar o eskiciler.  Bunlara kalın kartonlar da eklendi mi, o eskicinin cebi de para görmeye başlar.

            Koskoca İstanbul’da ne fabrikalar vardır...

            Bütün eskicilerin toplamış oldukları atıkları alabilecek fabrikalar vardır.  Dolayısı ile eskiciler durmaksızın sokaklardan, eski çöplüklerden ve akla gelebilecek her yerden malzeme toplarlar.

            Eski çul çaputun da bir alanı bulunur elbette.

            Adı üstünde...

            “Dönüşüm...”

            En ağır döenüşüm malzemesi, hiç şüphe yok ki demir parçalarıdır.  Lakin parayı kesen de onlardır.

            “Dönüşüm” dedik de aklımıza, CMC maden ocakları geldi.  1963’e kadar çalışan bu maden ocakları, o tarihten sonra çalışamaz hale geldi.  Çünkü o bölgenin bölünmesi nedeniyle maden bir tarafta, işletme makinaları bir tarafta kaldı.  Lakin hiçbir zaman CMC maden ocaklarının pislikleri bitmedi.

            1974 Mutlu Barış Harekatı sonrasında elde mevcut maden yığınları satılsa da, toprağın ve denizin dibi, her zaman kırmızı kalmıştır barık madeninden ötürü.  Hatta oradan ilk kez geçenler, “Bu nasıl deniz, kıpkırmızı” derler.

            Esasında kanser vakaları, bu bölgede daha sık görülmektedir.  Çünkü madenin kökü kazınamamıştır.

            CMC’nin kurucusu Amerikan şirketi ciğerimizi sökercesine toprağımızın derinlerinden bakır madeninini aldı aldı götürüp, başka ülkelere sattı ve ensemizden zenginlik elde etti.

            CMC’nin şu haliyle “dönüşüm” operasyonu ne dereceye kadar uygulanabilir veya kabul görür.

            Oydu buydu derken, bir türlü bitiremediğimiz maden atıklarını ve çevre kirliliğini temizleyelim o bize yeter.  Dönüşümü bıraktık, kendimize yeni bir dünya arayışına girdik.