Toprak kokusu güzeldi.

Ne çabuk unuttutk.

Çekip havayı içimize, yağmur kokusu bu derdik. Mis amber kokusundan güzeldi.

Biz o toprağındık, o toprak bizimdi.

Sevişip çoğalıyorduk toprakla biz.

Ayağımız her dem toprakta idi ve içimize çektiğimiz hayat, verdiğimiz nefes sevgiydi bir birimize, hayata tabiata memlekete.

Sonra ne mi oldu.

Arsa girdi toprağımızla aramıza ve onunla birlikte para ve borç, taksit, banka hesabı ve faiz, satmak toprağı.

Portakalı yemeyi unuttuk ve, soğana yumruk vurmayı, cücüğünü sona bırakarak.

Elmayı nasıl da dişlerdik, ve lapsana toplardık.

Sonrası mı.

Ne siz sorun, zaten sormazsınız, sorsaydınız yağmurdan korkmazdık

Avakado kivi ve 12 ay üzüm çilek ha bir de arzu meyvesi ve jack daniels viski.

Korkar olduk yağmurdan

Niye mi. Sorun kendinize. Geçin aynanın karşısına ve sorun az biraz da olsa utanmak için kendinizden

Yağmur güzeldir.

Ve güzel kalacaktı tabiatı yenmeye çalışmasaydı insanlık.

Yalnız tabiatı yenmeye çalışmakla da kalmadık.

Ne varsa değerli, ne varsaydı değer yargımız olan onları def etmeye çalıştık hayatımızdan.

Baba mesleklerini, ata yadigârlarını ve en çok da köylü olmanın köyde yaşamanın değerlerini kovaladık hayatımızdan modernizm adına.

Hiç düşünmedik bile, muhtarı muhtarlığı olan bir köyde ( bizim köyümüzde ) ilkokul olmamasının kelimenin tam anlamıyla aptallık olacağını.

Modernizm bu dediler alkışladık köylerimizin okulsuzlaşmasını, ve terk ettik binlerce yıllık kendimize yetme ekonomisini.

Toprağını seven bir yaşama biçimi için her yağmur bir felakete döner mi, az düşünün hele.

Toprağını seven, tabiatı seven onunla uyum içinde olan bir yaşama biçiminde dere yataklarına müdahale edilir mi.

Toprağını tabiatını seven insanlar dere yataklarını arsalaştırıp satar mı, alıp satma uğruna kendi yaşamını hiçleştirir mi.

Hiçleştirdik yaşamayı, boşalttık içini. Ömür tüketiyoruz şimdi plastik bardaklar gibi.