Yine kafam “Bu memleket bizim platformuna” takıldı.  Daha önce bu konudaki görüşlerimi belirtmeme karşın, bir kez daha birkaç satır yazma ihtiyacı duydum. Şöyle ki...

            “Bu memleket bizim” ifadelerinin içeriği, Türk-Rum hayatının bütünlüğünde ve beraberliğinde yatar.  Yani bir diğer ifade ile “birleşik Kıbrıs” demek istiyorlar.

            Ben de söylüyorum...  Bu memleket bizimdir elbette.  Bu memleket bizimdir de, benim memleketim kuzey topraklarındaki memleketimdir. Geçmiş bize çok şeyleri gösterdi ve hatırlattı.  Yine hatırlatıyor bize bazı olumsuzlukları.

            Bir zamanlar Denktaş siyaset sahnesindeyken, çok büyük bir operasyon başlatılmıştı onun siyaset sahnesinden silinmesi için. Hele bir düşünün bakalım...

            Annan Planı sürecinde AB’nin Ankara Büyükelçisi Karen Fogg’un çevirdiği dolapları, dağıttığı avroları ve daha da nice rüşvetleri düşünün.  Karen Fogg tutturmuştu.

            “Mutlaka Denktaş’ı siyaset sahnesinden silmelisiniz” demişti.  Hatta kendine yakın hissettiği bazı gazetecilerimizi bizzat telefonda arayarak, onları bu konuda hem yüreklendirmiş, hem de maddi destek sağlamıştı.  Bunları ben uydurmuyorum.  Bizzat kendisinin itiraflarında bütün bunlar vardır.

            Türkiye’deki Karen Fogg’çular da aynı yolun yolcusuydu.  Onlar da bindiler Karen Fogg atına, Denktaş’ı götürmek için.  Bunlardan birisi de merhum gazeteci Mehmet Ali Birand’tı.  Denktaş çok önemli bir görüşme için New York’a gittiğinde bir otelde verilecek kokteyle katılmıştı.  O kokteyle pek çok Türkiyeli ve Kıbrıslı gazeteciler katılmışlardı.

            Birand Denktaş’ı görünce ona “Hoş geldiniz Sayın Başkan” deyince Denktaş kendisine, “Ne be Karen Fogg Çocuğu” deyince bütün millet katıla katıla gülmeye başlamıştı.  İşte o an Mehmet Ali Birand şöyle demişti Denktaş’a:

            “Efendim, neden böyle söylüyorsunuz?  Böyle söylemekle adeta bana o...çocuğu demek istiyorsunuz” deyince Denktaş cevabı yapıştırmıştı.

            “Zaten sana öyle söyleyemediğim için böyle söyledim” demişti.

            Bu ifadeden rahatsız olan Mehmet Ali Birand bütün gazetecilere fısıltı halinde şöyle demişti:

            “Arkadaşlar bunları yazmıyoruz, tamam mı?”

            Bütün bunlar yazılmasın olur mu?  Bu diyalog, bütün sosyal medyaya düşmüştü bile.

            Bütün bunları hatırlayabiliyor musunuz?

            Hatırlayınız lütfen.  Girne Kapısı’ndaki o devasa miting sonrasında Türklerden kocaman bir “evet” çıkmıştı Annan Planı referandumunda.  Ama Rumlardan daha da kocaman bir “hayır” çıkmıştı.  Yani bu efendiler bizimle bir hayatı paylaşmak istemediklerini gösterdiler Annan Planını reddetmekle.

            Ve bizler, yani bir kısım Türk ve Rum hayalciler “Bu memleket bizimdir” diyerek sözde bir ideal olarak Rumlarla bir hayatı paylaşacaklar Kıbrıs’ı yeniden birleştirmek adına.

            Neticede Denktaş gitti ve Kıbrıs birleşmedi.  Yine birleşik Kıbrıs sevdalısı Mehmet Ali Talat Cumhurbaşkanı seçildi ve yoldaşı Hristofyas’la sözde bir barış umudu oldular.  Ne oldu?  Talat’la Hristofyas bir dönemin başkanları oldular da Kıbrıs birleşti mi?  Birleşemedi.  Niçin?  Türklerin iyi niyetlerine karşın, Rumların kötümserliği yüzünden.

            Ve “bu memleket bizim platformcuları” ha bire açıklama yapıyorlar, iç politikamızı acımasızca eleştiriyorlar ve Kıbrıs sorununun çözümüne bir damla katkı koymayan Rum komşularımızı eleştirmiyorlar maalesef.

            Halbuki Rumların olumsuzluklarını eleştirmeyen KKTC’nin muhalifleri bilmelidirler ki, kendi tezimize zarar veriyorlar.

            Tamam muhalefette olanlar mutlaka iktidarı eleştirme avantajına sahiptirler.  Şayet gerçek anlamda bir barış isteniyorsa, o zaman Rumların olumsuzluklarını da dile getirmeleri gerekir ki, bu şarttır.

            Bilmezler mi ki kendi savlarımızı ve kendi tezlerimizi eleştirenler, Rumun ekmeğine okkalı bir yağ sürerler.  Dolayısı ile Rumlar, kendi siyasi stratejilerini belirlerlerken bizim muhaliflerimizin dünyaya verdiği mesajlar üzerine bina ediyorlar.

            Dramatik yazarlıkta bir prensip vardır, oyun yazınında.

            “Bir oyunu yazarken, mutlaka gerçekçi ve inandırıcı olmak zorundasınız” derdi hocalarımız.

            Muhalif kanadın izlediği politika gerçekçilikten uzaktır bana göre.  Nedenlerine değindim.  Şayet muhaliflerimiz izledikleri politikada Rumların olumsuzluklarını da eleştirirlerse işe o zaman alınlarından öpeceğim. O nedenle muhalif kanat devamlı Türk tezlerini çürütme gayreti içinde oldukları sürece, topumdaki inandırıcılıklarını yitireceklerdir, ki bu konuda kulak versinler çarşıda, pazarda ve her yerde yapılan yorumlara.

            Haydi göreyim sizi.  Bakalım tek bir kelime çıkacak mı Rumların olumsuzlukları üzerine.

            Geçenlerde bir yerde bir CTP’li dostumla ayaküstü sohbet ediyorduk...

            Kendisine aynı soruyu sormuştum.

            “Türk politikacılarımızı eleştiriyorsunuz da, neden Rumların Kıbrıs gidişatındaki olumsuz politikalarını eleştirmiyorsunuz?” diye.

            O dostum bana şöyle demişti.

            “Onları eleştirmek işimize gelmez de ondan.”

            Halbuki kendi elimizle kendi gözümüzü çıkardığımızın farkında değiliz.

            Ben ve benim gibi düşünen nice insan Kıbrıs’ta onurlu bir barış istemekteyiz.  Lakin hayatımızı çalan Rumlar yüzünden kaybolan yıllarımız ve hayallerimiz bitmiş, tükenmiştir.

            Şayet Anavatan Türkiye olmasaydı halimiz nice olurdu bu adada.  Giritlilerin başına ne gelmişse, bizim de başımıza gelecekti.

            Yine vurguluyorum.

            Politika yaparken kendimize zarar vermeyelim beyler.