Üstün körü bir rakamla dünyada sekiz milyar insan yaşıyor .

Kendini dünyanın ikinci sınıf sahibi sanan AB’nin de yaklaşık dört yüz elli milyon nüfusu var.

 Bu durumda dünyanın birinci sınıf sahibi olan ABD karşısında hizada durarak emriniz olur patron,  tavrı içinde olan AB’nin üç aşağı beş yukarı sekiz yüz milyon bireyin dışında kalan yedi milyar insanı  insan olarak değil de başka bir şey ama ille de değersiz bir şey olarak kabul ettiğini ve kabul ettirmeye  çalıştığını söyleyebilirim.

Elebette ki bu sekiz yüz  milyonun içinden,  ABD de yaşamaya çalışan ‘ zencileri’, Hispanikleri, beyaz ve Hristiyan oldukları halde züğürt olanları ve ilâveten de AB içinde olup da Paris banliyölerinde yaşayanları, sarı yeleklileri, Almanya’da yaşayan Türkleri, Kürtler, Süryaniler, Yezidiler’i ve Polanyalı musluk işçileri, İspanya Çingenelerini filan da hesaplayarak çıkarırsak,  AB ve ABD Burjuvalarına ve üst kademe yöneticileri ile sadık Hristiyan beyaz memurlara göre, sekiz milyar nüfusun ancak altı yüz milyonu insan olarak kabul edilirken geri kalan yedi milyar dört yüz milyon nüfus ömür tüketen canlılar türüdür.

AB’nin ve AB’ nin resmi,  plastik ya da çipli kimlik kartı ile kendi kimliği arasında hiç ama hiç bocalamadan çipli plastik kart sahibi olarak nylon olmayı tercih edenler vardır elbet, olmasın mı olsun tabii. Kimlik hakkı olduğu gibi kimliksizlik hakkı da vardır ve hatta kimlik sahibi olanlara resmi AB kimliği verilmezken,  kimliğini inkâr etmekte yarışanlara resmi kimlik kartları da bol keseden dağıtılmaktadır.

Babasından çok Alvaro De Soto’ya, Koffi Annan’a güvenenleri de görmüştük, kendi parti başkanlarının meydanlara toplayamadığı ‘ galabalıkların’ De Soto, Annan marifeti ile toplaştığı, ve yine kendi halkına değil de AKP başkanına güvenenleri de ‘ anladım efendim’ mealli telefon konuşmalarından da hatırlıyoruz.

Ticaret ile siyaseti harmanlayıp beş yıl orda beş yıl burda ama her zaman kendi bencil çıkarlarında olanları dün yaşamıştık,  bu gün de klonlanmışları arzı endam piyasada.

İlk olarak kendine, örgütüne, partisine değil de ille de ve mutlaka AB’ne ,ABD’ne  ve kaçınılmaz olarak sadece her ikisinin Bürokratlarına inanıp güvenenler kendilerinden çoktan vaz geçmişlerdir.

Bu adada sorun Kıbrıs Türkleri ile Kıbrıs Elenleri arasındadır.

Kıbrıs Elenleri,  Kıbrıs Türklerini federasyon istediklerine ikna etmek zorundadırlar ve Kıbrıs Türkleri de Kıbrıs Elenlerini iki ayrı devletin daha kalıcı bir anlaşma olacağına ikna etmek zorundadırlar.

Ne Rumlar ne de Türkler Ursula hanımı herhangi bir şeye ikna etmek durumunda değildirler.

Anastasiades de  tıpkı kendinden önceki Elen Başkanlar gibi  yanlış bir yöntem ile Kıbrıs Türkleri ve Türkiye ile anlaşmak yerine Bayan Ursula ile anlaşma yolunu seçmiş olabilir. Bu onun tercihidir ve bu tercih, AKEL’in de kabul ettiği gibi Kıbrıs Elenlerini adanın kalıcı bölünmesi ile karşı karşıya getirmiştir. Bu onların tercihi.

Ursula Hanım sanırım ki kendisini ABD başkanları kadar etkili görmüyordur, ABD başkanları 1983 ten beridir bar bar bağırıyor ‘TANIMIYORUZ – TANIMAYACAĞIZ’ diye.

Korkup da vaz geçtik mi HAYIR.

Ursula hanımı sevmeylim mi.  Ben Andress  olan Ursula daha insan diyorum ve Raquel Welch çok daha güzel