Geçenlerde Lefkoşa Suriçi’nde, eski bazı kitaplar bulunca hemen aldım. Bu kitapların bazılarının sahipleri, ilk kez duyduğum kişilerdi. Başka bir yazımda geri kalanlardan da söz etme ümidiyle bugün ikisine değineceğim.

16 YAŞINDA ŞİİR VE OYUN KİTABI ÇIKAN HASAN ŞENOL
Yağmurlu Gözler Hüzünlü, 1966’da yayımlanmış bir şiir kitabı! Yazarı Hasan Şenol! 1948 Yenicami - Lefkoşa doğumlu! İlkokulu Kaleburnu’nda, Lefkoşa Atatürk Enstitüsü’nde okumuş. 1966’da Namık Kemal Lisesi Ticaret Bölümü son sınıfındaymış. 
Bir tiyatro oyunu olduğunu belirttiği ilk eserini ilkokul sonda yazmış. Ortaokul ikinci sınıfında şiire başlamış. Bu arada öyküler, tiyatro oyunları yazmış. Bir ara roman yazmaya başlamış. Elinde böyle bitmemiş bir roman varmış.    Hasan Şenol’un şiir kitabıyla birlikte onun “236 Suna ile 237 Fikret” adlı bir oyununu da buldum. Oyunun basım tarihi  belirtilmiyor ama önsöz nitelikli yazıda yazarın “halen Londra’da tahsilde” olduğu yazılıdır ki bu ifade, “236 Suna ile 237 Fikret”ın ilkokulda yazdığı oyun olmadığı anlamına gelir. 
Yazdıklarından İngiltere’de eğitim gördüğü de anlaşılıyor.
Yağmurlu Gözler Hüzünlü kitabındaki şiirler hiç de yabana atılacak cinsten değil! Hasan Şenol’un şiiri anladığını gösteriyor ki o yaşta bu şiirleri yazan bir yeniyetme, ileriki yaşlarda bal gibi iyi bir şair olurdu. Oyunu da oldukça “sağlam” ve bu işi iyi bilen birinin yazdığını gösteriyor. Üstelik roman yazacak kadar yazınsal birikimi olduğu anlaşılıyor.
İşin ilginç, daha doğrusu tuhaf yanı, Hasan Şenol için hiçbir yerde bilgi ya da bir not olmaması. En azından ben öyle bir bilgiye ulaşamadım.
Konuyu son zamanlarda kullamaya başladığım sosyal medyada paylaştım. Sağ olsunlar, bazı dostlar ilgi gösterdi. Alper Tenekeci,  onun, edebiyatla uğraşan bir sınıf arkadaşı olduğunu, 1966 sonrası İngiltere’ye gittiğini ve ondan bir daha haber almadığını yazdı.  Ona, “ortaya çık” diye çağrı da yaptı. 
İngiltere’de yaşayan Yıldıray Çınar, 1970li yıllarda reklam işleri ile uğraştığını fakat ondan sonra onu hiç görmediğini, araştırıp bana bilgi vereceğini yazdı. 

FUNDA ADLI KİTAP VE YAZARI VEDAT Ş. POLO
İkinci değineceğim kitap Funda adını taşıyor. Yazarı Vedat Ş. Polo, Lefkoşa doğumlu! Kitabın basım tarihi 1961. Arka kapakta, yazarın 24 yaşında olduğu belirttildiğine göre yazar, 1937 doğumlu! Rumca, İngilizce ve Almanca konuşan bir kişi. 
Edebiyatı çok seviyormuş. “Pek yakında, gene kendi eserlerinden bir hikaye, bir şiir kitabıyla üzerinde çalışmakta olduğu Hayat Romanını sevgili okurlarına sunacağını” müjdeliyor.   
Vedat Ş. Polo bir engelli. “FUNDAMA BİRKAÇ SÖZ” başlıklı önsözde, sevgilisine hitap ederken bunu açıkça belirtiyor ve tedavi için Almanya’ya gideceğini, “yeşil adamıza” tekrar geleceğini, “hem de evvel Allah sapasağlam olarak” geleceğini söylüyor.
Vedat Ş. Polo hakkında da bir bilgiye, hatta bir nota raslamadım. Onun da şiirleri, beni şaşırtacak nitelikte! Belli ki o da şiiri biliyor. Üstelik Hasan Şenol gibi roman yazacak kadar yazınsal birikimi var.
Onun için de sosyal medya üzerinden bilgi almaya çalıştım. Sağolsun tek bir arkadaş onun koltuk değnekli olduğunu ve Almanya’ya tedaviye gittiğini ama sonrası için bilgisi olmadığını yazdı. 

TOPLUMSAL BELLEK, KURUMSAL BELLEK
Bu sayfada beni izleyenler her fırsatta yılmadan, bıkıp usanmadan, Kıbrıs Türk Halkı’nın ciddi boyutta “belleksizleştiğini”/“belleksizleştirildiğini” ya da “toplumsal bellek yitimi”ne uğradığını/uğratıldığını; bunun doğal sonucu olarak da “kimlik bunalımı,” “bilinç bulanıklığı” ve “yurttaşlık bilinçsizliği” yaşandığını dile getiririm. Sorun yalnız toplum belleği değil, kurumsal bellek konusunda da ciddi sorunlar var ülkemizde! Kısa bir süre önce değerli dostum İhsan Tayhani’nin altı yıl sürdüğünü vurguladığı KIBRIS HAVACILIK TARİHİ VE KIBRISLI HAVACILAR kitabını hazırlama aşamasında, karşısına çıkan güçlüklerin başında “Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nde kurumsal hafızaların yetersizliğini, hatta olmayışını, bu bağlamda belge yokluğunu” açık yürekle dile getirirdiğini bu sayfaya yansıtmıştım. Verdiği örnekler bu konudaki yürek burkan durumumuzun çarpıcı göstergeleridir: Meğer Lefkoşa, Timbu, Ercan ve Geçitkale havaalanlarıyla ilgili bir hafıza yokmuş. Bu arada “yıllar öncesinin güzel bir hatırası olarak belleklerimizde yer etti” diyerek fecaat denebilecek acı bir gerçeği anımsatır kitabında; “1984’te kurulan ve dramatik bir biçimde kapanan Kuzey Kıbrıs Türk Hava Kurumu’na ait belgeleri, bir dönem kurumda genel sekreterlik yapan Erdoğan Arpalıklı ile birlikte, şimdilerde Kıbrıs Havacılık Federasyonu tarafından kullanılan binadaki depoda bulunan tozlu çuvallar içinden çıkardığını” söyler.
Arşiv, kütüphane ve müzeler toplumsal belleğin somutlaşmış biçimidir.  Yani toplumsal bellek sorunu söz konusuysa -ki söz konusu olmasının ötesinde bu bir gerçektir- ülkenin bu alanlarda yeterli yapılanma içinde olmadığı açık seçiktir.
Veriğim örnekler, adı sanı bilinmeyenler bağlamındadır ama edebiyatımızın en üretken yazarlarının başında gelen Hikmet Afif Mapolar’ın bazı kitapları da yok ortada, Mapolar’la aynı dönemde eserler veren İsmail Karagözlü’nün ve başka yazarların da! Hatta daha yakın tarihlerde yazılan   eserler de bulunamıyor.
Bir proje ya da bir yüksek lisans ya da doktora ya da başka bir araştırma yapanların, ilgili bazı  eserlere ulaşmaya çalışırlarken annelerinden emdikleri sütün burunlarından geldiğini de çok iyi biliyorum.
Devletleşme öncesinde bunu yapacak bir kurum falan yoktu deyip geçelim ama 1960 yılında devletleştik ve bu devletleşme sürecinde, -tek olmadığımız ortak Kıbrıs Cumhuriyeti dönemi dahil-  bu işler, anayasal ve yasal olarak hep bizim yetkimizde ve uhdemizdeydi.  Demek ki devletleştik ama işin bu yönünü, toplumsal belleğin ta kendisi olan kitapları -ki sayısı birkaç elin parmakları kadardır- bile doğru dürüst toparlayamamışız. Onlara sahip çıkamamışız.   
Elbetteki bu vahim durum, yakın tarihimizde yaşadığımız olağanüstü ve olağandışı koşullar, savaş ve göçlerden de kaynaklanır, ama bunlar yeterli nedenler değildir, olamaz, olmamalı!

SON OLARAK
Yazımı bağlayayım.
Kim bilir, bilmediğimiz daha kaç Hasan Şenol ve Vedat Polo var?  
Edebiyat tarihimiz henüz yazılmadı. Demek ki bu işe girişilirse, bir raslantı ya da şans eseri olarak saptanmasa, Hasan Şenol ve Vedat Polo’lar bu tarihte yer almayacak! Ve o tarih tam olarak yazılamayacak!
Biliyorum. Bu yazdıklarıma dudak bükenler olacak!
Mesele de bu ya! 
Dudak büke büke nereye kara gideceksek?