Öyle görülüyor ki, Rumlar hala kendilerince bazı kurgular yaparak, sözde “kendi davamız” dedikleri Kıbrıs’ın Yunanistan’a bağlanma hayallerini canlı tutumaya çalışıyorlar.

            Şayet 21 Aralık 1963 olaylarına ve Kıbrıs Türkü’nün yaşadıklarına bakarsak, Rumların ne kadar acımasız olduklarını bir kez daha hatırlama şansımız olur.  Bu konuya neden parmak basıyorum, onu da anlatayım, okurlarımın aydınlanması adına.

            “Kıbrıs Cumhuriyeti”nin yarım bir Kıbrıs haline gelişinin tarihidir 21 Aralık 1963 tarihi.

            Cumhuriyetin kuruluşunda Makarios, şöyle bir ifade kullanmıştı:

            “Kıbrıs anlaşmaları ve Cumhuriyetin kuruluşu, ENOSİS’e bir sıçrama tahtası olacaktır.”

            Masum Türkerin sokaklardan alınıp götürülmeleri ve cesetlerinin meçhul çukurlara atılarak gömülmeleri ve isimlerinin “kayıplar” listesine girmeleri, Rumların acımasızlıklarının ve Kıbrıs sorununun çözümsüzlüğünün bir başka nedenidir.

            1963 olaylarında Kıbrıs Türkleri durduk yerde yaşadıkları mekanları, köyleri, bağları bahçeleri ve tüm varlıklarını bırakıp gitmediler.  Tamı tamına 103 köyümüz  göç etmek zorunda kaldı.  Türklerin elinden alınan yaşama hakkını Hristiyanlık dünyası görmedi.  Avrupa İnsan Hakları kulaklarını kapadı.  İletişim hakkımız da elimizden alındı.  Radyo ve televizyonu da Rumlar gasp ettiler.  Hastanesiz, aç ve susuz bıraktılar.  O kanlı NOEL’i şarkılarla kutladılar.

            Mücahitlerimiz sırf kendi kardeşlerini korumak için bölgelerde savunma hatları oluşturarak, halkın namusunu, onurunu ve malıyla canını korudu.  Yani biz Kıbrıs Türkleri, hep savunma hattında kaldık ve durduk yerde Rumlara saldırmadık. 

Saldıran, öldüren, malımızı mülkümüzü gasp eden, toplu katliamları gerçekleştiren hep Rumlar oldu.

            Bunları neden yazıyorum?

            Yazıyorum, çünkü Rumlar gerçekleri saptırıyorlar.

            Mesela Türkiye’de yüksek öğrenimde olan gençlerimiz silah eğitimi alarak askeri gemilerle Erenköy’e çıkmışlar ve bölgenin selameti için orada bir varlık oluşturmuşlardı.  Bu öğrenciler neden defterlerini, kitap kalemlerini bırakıp Erenköy’e çıktılar?  Bölgenin savunması için. 

Bölgenin ağır Rum tehditi altındaki durumu herşeyi ortaya koyuyordu.

            Erenköy mücahitleri hiçbir zaman Rumlara saldırmadılar.  Sadece orada, Erenköy tepelerinde düşmana karşı mevzilerinde nöbet tuttular ve halkın güvenliğini sağladılar. Onlar hayattan izole olmuş bir şekilde aylarca yaşadılar ve hiçbir zaman saldırmadılar.

            8 Ağustos 1964’te Grivas çok büyük bir askeri güçle, silahla topla Erenköy’e saldırdığında, oradaki gençlerimiz çaresizliğini ve ölümle yaşamanın arasında sıkıştıklarını görmüştük.  O saldırıda Erenköy mücahitlerinden bazıları şehit olurken, her yıl o savaşta şehit olanlar anılıyorlar.

            Türk uçakları gelip Grivas ve o askeri gücünü bombalamasaydı, Erenköy mücahitlerimiz tümden ölmüş olacakları.  Ne yaparsın?  Rumlar hem saldırıyorlar, hem de kaşınıyorlardı.  İşte o saldırılarıdır ki, Türk uçakları, savunmada olan Erenköy halk ve mücahitlerinin hayatını kurtarmak için gelip bombalarını attılar ve herşeyi orada sonlandırdılar.  Yani Rumlar derslerini aldılar.

            Erenköy çarpışmalarının tek sorumlusu Rumlardı.  Lakin o olayın üzerinden bunca yıl geçmesine rağmen, Kıbrıs gerçekleri ters yüz edilerek, yeni Rum nesline herşey yanlış ve yalanlarla dolu bilgi ve tetiklemeler veriyorlar.

            Bazen “Şu gavur milleti aptaldır” derim ve yine derim. 

Arkadaş, Kıbrıs Türkü’nün vermiş olduğu mücadele, adada insan gibi yaşamak, özgür olmak, bütün insan haklarına sahip olmak ve ambargosuz yaşamaktır.  Türklerin iradeleri hep bu yönde oldu ve gelişti.

            Bakınız Erenköy çarpışmalarında ölen Rumları anma töreninde saçma sözler eden Rum Eğitim Bakanı Prodromu’nun ağzından çıkanlara:

            “Türkiye’nin işgal ve bölünmeyle ilgili siyasi ve askeri hedefi 1964’te boşa çıktı.  Çünkü insanlar vatanı korudu.”

            Ne kadar saçma ve gerçeklerden uzak bir ifade...

            O zaman bizim bu sözlere yanıtımız şöyle olur:

            “Türk uçakları 1964’te masum gençlerimizi ve bölge halkımızı korumak adına, saldırıya geçen Grivas ve ordusunu bombalama ihtiyacı duymuştur.  Türkiye kesinlikle başka bir amaç için kendi uçaklarını Kıbrıs’a göndermemiştir.  Sadece savunma ve saldırıyı sonlandırmak için Türk uçakları vurmuştur.”

            Halbuki görüyoruz ki, Rum eğitimciler ve Rum siyasiler, hala kendi halkına ve özellikle gençlerine, bazı olayları ters yüz ederek, kahramanlık nutukları atıyorlar.

            Okullardaki kitaplarında hepten Türk düşmanlığına dair anlatılar vardır.

            Ne tuhaf bir açıklamadır şu Rum Eğitim Bakanı’nın açıklamaları, değil mi?

            20 Temmuz 1974’te de Türkiye, kendi askerini durduk yerde adaya göndermemiştir.  15 Temmuz Makarios darbesi herşeyi göstermişti.  Herşey belliydi.

            Nikos Samson, Yunanistan’ın Junta marifetiyle gerçekleştirdiği darbe sonrasındaki açıklamalarında, “Kıbrıs’ı Yunanistan’a bağladık” ifadelerini kullanırken, niyet açık ve net olarak ortaya çıkmıştı.

            Makarios ne demişti kendisine düzenlenen darbe sonrasında?

            “Türkiye derhal adaya müdahale etmelidir.”

            Ne büyük tecelli... Yıllarca ENOSİS hayalleri kuran, EOKA’yı örgütleyen Makarios, kendi iç savaçları nedeniyle Türkiye’yi müdahaleye davet etmesi...

            Şayet 15 Temmuz darbesi olmasaydı, Türkiye kesinlikle müdahaleci olmayacaktı.  Dolayısı ile Kıbrıs sorunu hep görüşmeler yoluyla çözümlenmeli anlayışı egemen olacak, binlerce Türk ve Rum göçmen durumuna düşmeyecekti.  Ada ikiye bölünmeyecekti.  “Ölü kent” dediğimiz Maraş, hala Rum sakinleri tarafından kullanılır olacaktı.

            Bütün bu yaşananlar, Kıbrıs Türkü’nün ve Türk askerinin saldırıcı değil, savunucu bir pozisyon içinde gerçekleşmiştir.  Haliyle durduk yerde düşman sana kurşun sıkarsa, senin canına kastederse sen ne yaparsın?  Elbette ki sen de silahına sarılıp, canını, malını, namusunu ve onurunu kurtarmak için ölümüne çarpışırsın.

            Rumların herşeyi ters yüz ederek geldikleri bugünkü nokta, bize onların hala değişmedikerini gösteriyor.

            O halde yan yana egemen iki ayrı devlet temelindeki stratejimize veya KKTC’nin tanınması sürecinde, “yolumuza devam” diyorum.