KTTB, KANSERDEN KORUNMADA SİGARA- ALKOLDEN KAÇINMA VE EGZERSİZİN ÖNEMİNE İŞARET ETTİ
KTTB KANSER ÇALIŞMA GRUBU ADINA DR. ÖMER DİKER KANSERDEN KORUNMAYA YÖNELİK ÖNERİLERDE BULUNDU:
“SİGARA VE ALKOL KULLANMAYIN, NORMAL VÜCUT AĞIRLIĞINIZI KORUYUN”
“EGZERSİZ YAPIN, SAĞLIKLI GIDALAR TÜKETİN,  GÜNEŞTEN KORUNUN”
Kıbrıs Türk Tabipleri Birliği (KTTB), kanserden korunmada sigara-alkol kullanmama ve egzersiz yapmanın önemine işaret etti.
KTTB Kanser Çalışma Grubu adına Dr. Ömer Diker tarafından, 1-7 Nisan Kanser Haftası dolayısıyla yapılan açıklamada,  sigara ve alkol kullanmama, normal vücut ağırlığını koruma, egzersiz yapma, sağlıklı gıdalar tüketme,  güneşten korunma, Hepatit B ve HPV açısından aşı yaptırma önerilerine uyulması durumunda kanserden yüzde 80-85 ihtimalle kaçınmanın mümkün olacağı vurgulandı. 

 “SİGARA KANSER ÖLÜMLERİNİN YÜZDE 22’SİNDEN SORUMLU”
Diker, sigaranın Dünya Sağlık Örgütü’nün verilerine göre, dünyadaki kanser ölümlerinin yüzde 22’sinden sorumlu olduğunu ve her yıl 5 milyon kanser ile ilişkili ölüme neden olduğunu kaydetti. 
“Ayrıca daha fazla insan, kanser haricinde sigaranın neden olduğu kalp-damar hastalıklarıyla kaybedilmektedir” diyen Diker, sigaranın bırakılmasının herhangi bir halk sağlığı aktivitesinden daha fazla oranda hayat kurtardığı ve ömür uzattığını vurguladı. 
Sigaranın, gırtlak, yutak, yemek borusu, ağız içi, böbrek, idrar torbası, pankreas, akciğer kanserleri ile direkt ilişkili olduğuna işaret eden Diker, “Sigara dumanına maruz kalan pasif içici bireylerde de bu riskler mevcuttur” dedi. 

“LIGHT SİGARA VE DÜŞÜK TAR SİGARA İÇİMİ DAHA GÜVENLİ DEĞİLDİR”
Diker, light sigaranın zararlarına ilişkin şunları kaydetti: 
 “Light sigara” ya da “düşük tar” sigara içimi daha güvenli değildir; çünkü kullanıcılar bu sigaraları daha derine ve daha sık olarak inhale etme eğiliminde olurlar. Ayrıca pipo ve puro kullanımının daha güvenli olduğuna dair yaygın inanış mevcut olmakla birlikte; bunun yanlış olduğu iyi bilinen bir gerçektir. Kullanım şeklinin farklılığına bağlı olarak, ağız, yutak, gırtlak ve yemek borusu kanserleri normal sigara içici bireylere göre puro ve pipo içen kişilerde daha sık gözlemlenir. 
Neticede sigaranın bırakılması veya hiç içilmemesi sizi pek çok kanserden koruyacaktır.”

“OBEZİTE ÖZELLİKLE ABD VE AVUPA’DA SİGARADAN SONRA EN ÖNEMLİ KANSER SEBEBİ”
Fazla kilolu olmak ve obezitenin özellikle ABD ve Avupa’da sigaradan sonra en önemli kanser sebebi olarak kabul edildiğini kaydeden Diker, şöyle devam etti:
“Öncelikli olarak fazla kilolu olmak ve obezitenin tanımına bakacak olursak, vücut ağırlığı (kg)/Boy² (m²) ile elde edilen değere Beden Kütle İndeksi adı verilir. Beden Kütle İndeksinin 25-30 kg/m² olması “Fazla Kilolu”, > 30 kg/m² olması ise Obezite ifade etmektedir. Obezite ve fazla kilolu olmak çeşitli mekanizmalar ile kansere neden olmaktadır. Hormon metabolizmasında değişikliklere neden olarak rahim, meme, prostat ve bağırsak kanserlerine neden olurken; artmış mide reflüsü nedeniyle yemek borusu kanserlerine yol açmaktadır. 
Normal vücut ağırlığının korunması bu riskleri bertaraf edecektir. Normal vücut ağırlığının korunması için yapılacak egzersizin bize bir katkısı olur mu?”   

“EGZERSİZ-FİZİKSEL AKTİVİTE KORUYUCU”
Egzersiz ve fiziksel aktivitenin meme, bağırsak, rahim ve prostat kanserlerinden koruyucu rolü olduğunun son 20 yılda iyi bilinen bir gerçek olduğuna vurgu yapan Diker, bu kanserleri geliştirmiş bireylerde fiziksel aktivitenin artırılmasının sağkalımı artırdığına dair de elde veriler bulunduğunu belirtti. 
Diker, düzenli egzersiz yapmamanın tüm kanserlerin yüzde 5’ine neden olduğu da düşünüldüğünde herkesin haftada en az 150 dakika süren orta derece zorlayıcılıkta egzersiz yapmasının, hem kalp sağlığı hem de kanser açısından önemli kazanımlar sağlayacağını ifade etti. 

“DİYET KANSER İLİŞKİSİ”
Diker, diyet ile kanser ilişkisine yönelik ise şu ifadelere yer verdi: 
“Rahim, meme, prostat ve bağırsak kanserleri Kuzey Amerika ve Avrupa’da, Asya’ya göre belirgin sık olarak gözlenmektedir. Yine Asya’dan bir birey bu bölgelere göç etmesi durumunda bu kanserlerin sıklıkları diyet alışkanlıklarındaki değişmelerle birlikte artmaktadır. Bu gözlemler ayrıca hayvan deneylerinde yapılan diyet modifikasyonlarının kanser sıklığını değiştirmesi, bize diyetin kanser gelişiminde önemli bir rolü olduğunu düşündürmektedir. Düşük yağlı diyet, kırmızı etin az tüketildiği, meyveden-sebzeden zengin, baklagillerin, tahılın yoğunluklu olarak tüketildiği diyetler potansiyel faydalara sahiptirler. Bu potansiyel faydaların gerçek hayata dair verileri bir parça kısıtlıdır. Eldeki en önemli veri, meme kanseri olan ve tamamlayıcı tedavi alan bireylerde (> 2400 hasta) yapılan çalışmada, düşük yağlı diyetin sağkalım avantajı göstermesinden gelmektedir.
Eldeki veriler ışığında; kırmızı etin az tüketildiği, meyveden-sebzeden zengin, baklagillerin, tahılın yoğunluklu olarak tüketildiği, düşük yağlı diyet kanserden korunmak için belirgin kazanımlar sağlayacaktır. Başka neler yapılabilir?”

“ALKOL MEME KANSERİNDE ARTIŞA NEDEN OLUYOR”
Günde 1 kadeh alkol tüketiminin kalp üzerine koruyucu etkilerinden bahsedilmekteyken, özellikle meme kanserinde artışa neden olduğunun son dönemde giderek netleşen bir konu olduğuna işaret eden Diker, “Alkol ve karaciğer kanseri arasındaki ilişki çok eskilerden beri bilinen bir ilişkidir.” dedi. 
Diker, açıklamasında şu ifadelere yer verdi: 
“Ayrıca sigara içen bireylerde; eşlik eden alkol tüketiminin olması baş-boyun tümörlerinde sinerjistik bir etki ile artışa yol açar. Yine kadınlarda yapılan ve 2009 yılında Amerikan Kanser Enstitüsü Dergisi’nde yayınlanan bir çalışmada, günlük bir kadeh alkol tüketiminin meme, yutak, bağırsak, yemek borusu, gırtlak ve karaciğer kanserlerinde artışa neden olduğu gösterilmiştir. 
Bu gerekçelerle kanserden korunmak isteniyor ise alkol tüketilmemesi gerekmektedir.”

“GÜNEŞİN EN YOĞUN OLDUĞU SAATLERDE GEREKLİ OLMADIKÇA DIŞARIYA ÇIKMAMALI”
Epidemyolojik çalışmaların net bir şekilde cilt kanserlerinin güneş maruziyeti ile arttığını gösterdiğini belirten Diker, çocukluk çağlarında gelişen ciddi güneş yanıklarının cilt kanserlerinin en agresif tipi olan melanomları artırdığını kaydetti. 
Solaryum merkezlerindeki uygulamaların da melanom risklerini arttığının da artık net olarak bilindiğini belirten Diker, “Bireylerin güneşin en yoğun olduğu saatlerde gerekli olmadıkça dışarıya çıkmaması, çıkılması durumunda güneşten korunmak için kıyafetler giyilmesi ve en az 25-30 faktörlü güneş koruyucu kremlerin kullanılması gerekmektedir.” ifadelerini kullandı.

“BELİRLİ ENFEKSİYON AJANLARIYLA KANSER ARASINDA NET İLİŞKİLER MEVCUTTUR”
Belirli enfeksiyon ajanlarıyla kanser arasında net ilişkiler bulunduğunu söyleyen Diker, şunları kaydetti: 
“Hepatit B, Hepatit C virüsleri karaciğer kanserlerine neden olurken, Hepatit B için yapılan rutin aşılama programları ile bu durum giderek azalmaktadır. Hepatit C için henüz aşı mevcut değildir. Bu virüsler kan yolu, cinsel yol ve anneden bebeğe hamilelikte geçiş yolu ile bulaşmaktadır. Diğer enfeksiyöz ajanlar incelendiğinde en dikkat çekici olan Human papilloma virustür (HPV). HPV rahim ağzı kanserleri, baş-boyun kanserleri ve genital bölge cildindeki kanserlerin temel etkenidir. Direkt temas ve cinsel yolla bulaşır. Günümüzde artık HPV için de aşı mevcuttur. Aşılama 9-26 yaş arasında hem kız çocuklarına hem de erkek çocuklarına önerilmektedir. Özellikle rahim ağzı kanserinde bu aşılama ile % 70 oranında bir azalma beklenmektedir. Helicobacter pylori ise mide kanserlerinin önemli bir etkenidir. Toplumlarda yaklaşık %80-85 pozitifliği bulunan bu bakterinin özellikle Asya ülkelerinde yapılan eradikasyon çalışmalarının mide kanseri sıklığını değiştirmediği gösterilmiştir. Bu nedenle bu bakterinin varlığı durumunda kanser riskini azaltmak için antibiyotik verilmesinin pozitif bir katkısı mevcut değildir.
Neticede bireylerin rutin olarak Hepatit B ve HPV açısından aşılanmaları, Hepatit C virüs enfeksiyonundan korunmaları kanser riskinde belirgin azalmalar sağlayacaktır.”
İyonize radyasyon denilen, kişinin genetik yapısından hasarlara neden olan radyasyonun etkilerinin, özellikle Japonya’da Ağustos 1945’te atılan atom bombaları neticesinde ve Çernobil felaketinde gözlemlendiğini kaydeden Diker, bu tip radyasyona maruziyetin meme, akciğer, yemek borusu, idrar torbası, bağ doku ve beyin tümörleri ile lösemiye neden olduğunu belirtti. 
Diker, günlük hayatta bu dozda iyonize radyasyona maruziyetin bireyler için beklenen bir şey olmadığını vurguladı. 
Açıklamasında elektronik aletlerin ve cep telefonlarının yaydığı elektromanyetik radyasyona da değinen Diker, bu alanda geniş ölçekte yapılmış 3 büyük çalışma bulunduğunu belirtti. 
Interphone, Million Women ve Danimarka çalışmalarında özellikle cep telefonu kullanımı ile beyin tümörleri arasındaki ilişkinin araştırıldığını kaydeden Diker, bu üç çalışmada da herhangi bir risk artışı gözlenmediğini ifade etti. 

Editör: Mehmet Kasimoglu