Kıbrıs Haber Sitesi adına Elif ŞEN ÇATAL, bana üç yazılı soru sordu. Dün (18 Mayıs 2020 Pazartesi günü) haberleşti. (httpps//www.vekibris.com/bize-ozgu-bir-baskanlik-fayda-saglayabilir/  ya da kısaca www.vekibris.com) Öz olarak Corona salgını, Devletteki çift başlılık ve sistemi değiştirme (başkanlık sistemine geçme) konularındaki bu söyleşiyi Vatan’daki köşemde de paylaşıyorum.

            Elif ŞEN ÇATAL’ın soruları ve verdiğim yazılı yanıtlar aşağıdadır:

CORONA SALGINI

Soru:

  1. KKTC devleti, salgın sürecinde yurttaşlarını korumayı sağlayacak gerekli önlemleri alabildi mi? Bu dönemde devlet kurumlarının oynadığı rolü nasıl değerlendiriyorsunuz?

Yanıt:

Genel anlamda iyi, yerinde, zamanlaması güzel etkili bir “devlet refleksi” ortaya konduğunu söyleyebilirim. Virüsle savaşımda, günümüz itibarıyla başarılı olmadığımızı söylemek insafsızlık; tek tek ağaçlara bakıp ormanı görmezlikten gelme anlamı taşır.

Bunu söylerken her şey “mükemmel” yapıldı demek istemiyorum. İnsan olan yerde “mükemmellik” diye bir şey olamaz zaten. Bizde de yok. Hatalar da yapıldı. İhmaller de görüldü. Çelişkiler de sergilendi. Tutarsızlıklar da oldu.

Yani eleştirilecek kararlar, uygulamalar var amma genel anlamda ve günümüz itibarıyla iyi bir noktada olduğumuzu açık yürekle söyleyebilirim.

DEVLETTE ÇİFT BAŞLILIK

Soru:

2. Salgın sürecinde zaman zaman, yetki karmaşası yaşandığı gözlemlendi. Sizce bunun nedeni nedir?

Halkın seçtiği bir Cumhurbaşkanı ve Anayasa'nın yetkilendirdiği bir Başbakan arasında yaşanan fikir ayrılıklarını çift başlılık olarak değerlendirmek mümkün mü?

Yanıt:

Doğrudur, iki yönlü olarak, hem hükümet içinde, hem de belirttiğiniz gibi Cumhurbaşkanı ile Başbakan (Hükümet) arasında sorunlar yaşandı. Sizin sorunuz ikinciyi kapsadığı için ona yanıt vereceğim.  

Konu “yetki kargaşası” değildir. Gerçek durumu, kullandığınız  “Halkın seçtiği bir Cumhurbaşkanı ve Anayasa'nın yetkilendirdiği bir Başbakan arasında” söz dizisi çok daha iyi anlatır. Bunu açıklamaya çalışacağım.

Konuyu ele alırken, kurumları kişilerden arındırmazsanız sağlıklı sonuca varamazsınız. Yani işiniz isimlerle değil sistemle olmalı!         Bu bakış açısıyla baktığımızda sorunun yanıtı aslında yalındır: Sorun, anayasal kurallar doğrultusunda yapılanmaya gidilmediği gibi, anayasal meşruiyete dokunmadan gelenekselleşmiş bir anlayış da doğmadığı için yaşanıyor.

Demokrasinin iki temel meşruiyeti vardır: Anayasal meşruiyet ve demokratik meşruiyet.

Anayasal meşruiyetin dayanağı hukuk (anayasal/yasal kurallar), demokratik meşruiyetin dayanağı seçimdir. Anayasal meşruiyet yazılı hukuk metinlerinden; demokratik meşruiyet yazılı olmayan anlayıştan kaynaklanır ancak yazılı olmayan demokratik anlayış yazılı hukuk kurallarına dönüştürülmezse, hiç bir biçimde yazılı metinlere dayalı anayasal/hukuksal meşruiyetin önüne geçemez. 

Aslında parlamenter sistemlerde pek görünmeyen Cumhurbaşkanı’nın, tek dereceli seçimle ve doğrudan seçmen tarafından seçilmesi, onun demokratik meşruiyetinin temelidir. Meclis çoğunluğunun istencini temsil eden Hükümet ise, anayasal/hukuksal meşruiyete sahiptir.

Elbette ki sorun basit değildir. Ne uluslararası topluluğun seçilmiş KKTC Cumhurbaşkanı’nı Kıbrıs Türk Halkı’nın temsilcisi olarak görmesi, ne Cumhurbaşkanlığı makamının parlamenter sistem gereği olan anayasal sorumsuzluğu, ne anayasal meşruiyete sahip olanların istenci göz ardı edilemez.  

Bu durumda yapılması gereken anayasada gerekli değişikliği yapmak ya da anayasaya uygun yasal düzenlemelerle buna yönelik bir yapılanmayı, olabildiğince uzlaşma ile gerçekleştirmekti ama ne yazık ki, bu güne kadar bu konuda bir şey yapılmadı, girişim de olmadı. Konu dalgalanmaya ve kişisel girişimlere bırakıldı.

Sorun İngilizler’in anayasal yaklaşımlarıyla de bir temele oturtulabilirdi. İngiliz Anayasası’nın, yazılı tek metin olmadığı bilinir. Yazılı metinler yanında yazılı olmayan gelenekler de vardır ama esas olan yazılı metinlerdir ve yazılı kuralların olduğu yerde gelenek yoktur. Kendine özgü olan bu İngiliz anayasası, düzgün ve etkili bir biçimde yürütülmekte, herkes, her kurum da bunu bilmekte, kabullenmekte ve uygulamaktadır.

Bizde anayasal olarak hükümetin yetkili olduğu yürütmede, Cumhurbaşkanlığı’nın uluslararası topluluk bakımından nerede olacağı konusu, İngiliz anayasa anlayışı doğrultusunda da -elbette ki yazılı anayasal kurallarla çelişmeyen- bir yere oturtulabilirdi. O da yapılmadı. Kendiliğinden bir gelenek de oluşmadı.

Artık sorunu İngiliz anayasa anlayışına (geleneklere) göre rayına oturtmak için, -en azından günümüzde- tren kaçmış gibi görünüyor. Bu bakımdan parlamenter sistemden başka sisteme geçilir ya da geçilmez, sorunu anayasa çerçevesinde yazılı hukuk metinleriyle çözmek koşuldur, zorunluluktur. Kaçınılmaz ve sorun dalgalanmaya bırakılmayacak kadar yaşamsaldır. Bunun şimdi yapılması da pek olanaklı değil ama en kısa zamanda yapılmalıdır.    

SİSTEMİ DEĞİŞTİRME’NİN GEÇMİŞİ

Soru:

  1. KKTC devletinin daha etkin ve yurttaşlarına daha iyi hizmet veren bir duruma taşınması için başkanlık sistemine geçilmesine veya Cumhurbaşkanlığı'nın kaldırılmasına nasıl bakarsınız?

Yanıt:

Önce kısaca şunu belirteyim. Demokratik devlet yönetimiyle tanışmamız, 1960 Ortak Kıbrıs Cumhuriyeti ile başlar. Kıbrıs Türkleri hem ortak cumhuriyetin merkezi hükümetinde yer aldılar; hem ortak devletin fonksiyonel federe birimi olan Türk Cemaat Meclisi yönetimine sahip oldular. Merkezi hükümet başkanlık sistemine; Türk Cemaat Meclisi meclis hükümeti sistemine göre yapılandı.

21 Aralık 1963’te ortak devlet çöktükten sonra 1967 sonuna kadar katı bir askeri yönetim, 1968 – 1975 arasındaki Kıbrıs Türk Yönetimlerinde katı bir başkanlık sistemi uygulandı. 1975 Kıbrıs Türk Federe Devleti Anayasası yapılırken, büyük tartışmalar yaşandı ve yarı başkanlık denebilecek bir sisteme; bu sisteme olan tepkiler dolayısıyla da 1985 KKTC Anayasasıyla parlamenter sisteme geçildi.

Bu süreç unutulmuş görünüyor. Bunun sonucu olarak uzun süredir KKTC devletinin daha etkin ve yurttaşlarına daha iyi hizmet veren bir duruma taşınması için, parlamenter sistemden başkanlık sistemine geçilmesini “reçete” olarak gösterenler var.

Ben ilke olarak bir sistemin reçete olarak gösterilmesini çok yanlış bulurum.  

Dünyada her sistemde başarılı olmuş devletler var. Önemli olan bir sistemi kendinize özgüye dönüştürebilmektir. İngiliz, Alman hatta İsrail’de başarılı parlamenter sistemler vardır ama her birinin farklı, kendine özgü özellikleri vardır ve üçü de çok iyi işlemektedir.

Başarılı başkanlık ya da yarı başkanlık sistemleri de vardır. İsviçre Meclis Hükümeti sistemiyle dünyanın en müreffeh ülkelerinden biridir.  

Yani başkanlık sistemine geçilmez diye bir düşüncem yok. Yeter ki kendimize özgülük olsun, başkanlık sisteminin özü olan fren ve dengeler iyi oluşturulsun. 

Soru:

4. 1985 Anayasası'nın şekillenmesinde önemli katkılarınızın olduğunu biliyoruz. O yıllarda da Başkanlık Sistemi gündeme gelmiş miydi?

Yanıt:

Bu sorunun yanıtı yukarıda var ama elbette ki o dönemde Başkanlık Sistemi gündemdeydi. Hatta Kurucu Meclis çoğunluğu buna eğilimliydi ve bu eğilime karşın, parlamenter sistemin yeğlenmesi, merhum Rauf Denktaş’ın tutumundan dolayı gerçekleşti.

SON BİRKAÇ SÖZ

             

Elif CAN ÇATAL’ın soruları ve yanıtlarım bunlar. Ara başlıkları, okuyucuya kolaylık olsun diye ekledim. Sorular 4 ama başlıkta üçüne değindim çünkü 3’üncü ve 4’üncü sorular zaten birbirini tamamlıyor.

Bunlar ilgi alanıma giren konular. Dünyayı ilgilendiren Corona konusunu zaten iki haftadır dilime doladım.

Devlette çift başlılık, yapılmasında etkin olarak bulunduğum anayasamızdan kaynaklanıyor ve zaman zaman konu ile ilgili deneyim, birikim ve görüşlerimi değişik vesilelerle paylaşıyorum.

Sistemi değiştirme konusunda da her zaman söylenecek sözüm vardır.

Elif CAN ÇATAL’a ve Sitesi’ne, görüşlerimi kamuoyu ile daha fazla paylaşma olanağı verdikleri için teşekkür ederim.

NOT:

Daha yazın başında ciğerlerimiz fena yanmaya başladı. Dilerim gerisi gelmez. Küçücük ülkemiz bir daha yangın yerine dönmez. Ve en azından bundan sonrası için daha etkin önlemler alınır.

Corona belasına, yangınlara karşın 19 Mayıs’ımız kutlu olsun. Nice nice güzel ve coşkulu 19 Mayıs’lara! Ne mutlu bize ki ATATÜRK’ümüz var…