Tiyatro sanatı ve dramaturji, gerçek anlamda herşeyi kaleme alan ve olumlu veya olumsuzlukları irdeleyen bir sanat dalıdır.  Özellikle dramaturji, üniversitelerin dramatik yazarlığını ele alarak topluma dramatik yazarlar yetiştirir.

            Şu anda Edebi Kurul’a takılan Yaşar Ersoy’un  sahnelemeye hazırlandığı “Yangın Yerinde Kabare” adlı oyun, sakıncalı bulunarak yeni oluşan “Edebi Kurul” tarafından sahnelenmesi engellendi.

            Kimin siyasi görüşü ne olursa olsun... Kim hangi idolojinin sahibi olursa olsun, gerçek anlamda sanat herşeyin üstündedir ve üstünde de olmalıdır.  Dünyada kaleme alınmış tiyatro eserlerinin çoğu, iktidarı eleştirerek oyun yoluyla iktidarı yanlıştan döndürmeye çalışır.

            Ünlü İngiliz oyun yazarı William Shakespeare’ın bütün oyunlarında iktidar hırsı ve iktidar kavgası vardır.  Çehov’un oyunlarının özünde de bu vardır.

            Çok yakın bir zamanda kaybettiğimiz Türkiye’nin ve dünyanın yetiştirdiği değerli hocamız rahmetlik Tuncer Cücenoğlu da oyunlarında iktidara veya idareye karşı ironik bir anlatımla mesajlar vermiştir. Kenan Evren dönemini eleştiren oyunu bile vardır.

            Yıllar sonra 64 yaşında üniversitenin dramatik yazarlık bölümünden mezun olduğumda, oyun yazmanın ve sahnelemenin çok zor ama keyifli olduğunu gördüm.  Yaşar Ersoy’la Eğitim Bakanlığı arasında süregelen söz düellosuna girmek istemiyorum.  Sadece sahnelenecek bir oyuna ambargo konmasını onaylamıyorum.  Bunun nedenleri almış olduğumuz eğitim ve oyun yoluyla ince ayarlı topluma mesajlar verilmesinin normal olduğudur.

            Mesela benim kaleme aldığım ve Ankara Devlet Tiyatroları Edebi Kurulu’ndan geçip repertuara alınan “Hesaplaşma” oyunumda da ince ayarlı eleştirel replikler vardır.

            Bir oyunun en lezzetli yanı, toplumdaki çarpık yapılaşmanın sonlanması veya yanlışlara dur denilmesi hakkında güçlü mesajlar verilmesidir.  Halk, kendi söyleyemediklerini sahnede izleyince muazzam keyif alıyor ki bu, tiyatro sanatının evrenselliğinde var olması gereken bir gerçektir.

            Bir gün Hürriyet gazetesi’nde bir haber okumuştum üniversite yıllarımda.   Haber, seçim zamanında bir hayat kadınının İstanbul’dan aday olup seçimlere katılma arzusu üzerineydi.  O haber kafamda şimşek gibi çakmıştı.

            “Ben bu kadının hayatını hem romanlaştırmalı, hem de oyun haline getirmeliyim” demiştim.

            Nitekim hem romanını yazdım, hem de oyununu.  Lakin ikisini de bir türlü yayınlama şansım olmadı.  Veya cesaret edemedim.  Çünkü içinde ince ayarlı eleştirel noktalar vardı. Bir yerde trajikomik bir eserdi diyebilirim.  Halk böyle bir oyunu izlediğinde hem toplum gerçeklerini görecek, hem gülecek, hem de üzülecek.  İşte böyle oyunların lezzeti onda.

            O romanda ve tiyatro eserimde bir hayat kadınının nasıl milletvekili olabileceğini sorguladım  İstanbul gibi bir yerde.  Hatta sorgularken,  “Namus örtünün altında mı, yoksa kafada mı?” sorusunu sordum.

            Gerçek o değil mi?

            Ne kadar insan vardır dini istismar ederek rant elde etmek isteyen.  Bir hayat kadınının bu yollara düştüğü, toplum ahlakı ile kıyaslanan bir durum olsa gerek.  Zaman zaman gazetelerde gizli evlerde fuhuş yapan örtülü kadınlarla ilgili haberler de çıkmadı değil.  Bütün kadınlar ahlaksız değil ya...  Ama gelin görün ki tiyatro, bütün bu tür şeyleri trajikomik bir tarz içinde halka sunuyor ve düşündürüyor.

            Yaşar Ersoy’un “Yangın Yerinde Kabare” adlı eserini okumadım ama, herhalde izaha çalıştığım bir karakter içinde kaleme alınmış bir oyun olduğunu düşünüyor ve bunu da gayet normal görüyorum, bir dramaturg olarak.

            Bir zamanlar İsstanbul’un ünlü umumhaneler patroniçesi Ermeni Manukyan, Türkiye’nin vergi rekortmeni olmuştu.  Yani devlet, umumhanelerden bile vergi alıyor.  Bunun yanında bir hayat kadını şu soruyu sorabilir:

            “Atatürk Türk kadınına seçme ve seçilme hakkı vermedi mi?”

            Bu doğru bir teşhis.  Lakin Atatürk “hayat kadınına da oy verin” demedi.  Bu da gerçek.  İşte bunları hamur yaparak halkın önüne koymaktır ustalık.  O nedenle bu tür sansürler veya ambargolar, hoş karşılanmaz ve birçok kitleden onay almaz.

Bu tiyatro eserimi Tuncer Cücenoğlu’na okuttuğumda, bana şöyle demişti:  “Bu eseri sahnelersen veya romanını yayınlarsan seni hemen tutuklayabilirler.”

            Onun da bu dönemde sanata bazı engeller konulabileceği korkusu vardı.

            Bilmem hatırlar mısınız...

            Bir zamanların ünlü komedyeni rahmetli Levent Kırca, neler neler yapmadı ve ne kadar eleştirel hareketlerde bulundu o dizilerinde ve sahne oyunlarında.

            Onun “Üç Baba Hasan” isimli oyununu İstanbul’da izlemiştim.  Temel düşünce eşit olmak ve bununla beraber insan olmak vardı oyunda.  Üç farklı ekonomik ve sosyal yapıdaki “Hasan”ların hayatını irdeliyor ve hükümete ve iktidara pek çok göndermeler yapıyordu. Ne kadar cesur bir oyuncuydu Levent Kırca...

            Yani kısacası sanatla politikayı harmanlayarak uyum içinde birşeyler yaratmak ve halka sunmak çok önemlidir.