Hemen hemen her gün ülkede yaşanan zam bombalarını görüp yaşadıkça, aklıma gençlik yıllarım ve bisikletli Lefkoşa sokakları gelir.
İtşe aklıma gelen ifade...
“Şayet sağlığım müsaade etseydi, hemen kendime bir bisiklet alır, gideceğim yere onunla giderdim.”
Bence şu yaşadığımız ortamda, hem cebimizi, hem de sağlığımızı düşünmekte yarar var.
Benzine ve tüm akaryakıtlara gelen zamanlar sizi düşündürmüyor mu, bisiklet kullanmaya?
Esasında bazı insanlar yıllar sonra, pörsümüş vücuduna ve almış oldukları kilolara bakarak, pek kendi şanlarına yediremiyorlar bisiklet kullanmayı.  Halbuki insanlar evlerinde spor yaparken, hem yürüyüş bandını, hem sabit bisikleti, hem de çeşitli spor aletlerini kullanırlar.
Mesela kırk ve üzerindeki insanlar neden bisiklet kullanmasınlar ki...
İnsanlar bisiklet kullansınlar da, kentsel gelişmemizde yollarımızın düzenlenmesi, maalesef bisiklet parkurları için düzenlenmedi.  Gerçi bazı geniş caddelere bisiklet sürüş hatları yapılsa da, yeterli olduklarını söyleyemeyiz.
Bundan sonraki kentleşme, herhalde özlem duyulan bisiklet kullanım hattını da beraberinde getirecektir.
Tabii ki bir de trafik magandaları var....
Evlere servis yapan restorant motosikletlilerinin trafik ortasında nasıl dans ettiklerini görüyorsunuz, değil mi?
Vakit vakit de o motosikletliler, siyah asfaltın üstünde ya canlarını bırakırlar, ya da ağır yaralanırlar maalesef.
Bisiklet kullanırken geçmişi de düşünüyorsunuzdur herhalde.
Eskiden şu bizim sakin ve köhne binalarla var olan Lefkoşa ve civarlarında şimdiki gibi bu kadar vasıta yoktu.  İnsanların çoğu bisiklet kullanırlardı.
Bütün eski Lefkoşalılar hatırlayacaklar...   Rum tafafındaki Kız American Academy kolejinde okuyan mavi üniformalı kızlar her zaman bisikletle gidip gelirlerdi okullarına.  Bisiklet sürerlerken de, durmaksızın eteklerini toplarlardı etekleri tekerlerlerin arasına sıkışmasın diye.  Onların yanında eski memurlar bile bisikletle gidip gelirlerdi iş yerelerine.
O yokluk yıllarımız yaptırmadı mı bize bunları?
21 Aralık 1963 olayları ile Rumların acımasız ambargoları girmişti hayatımıza.   Köylerden gelen sebze ve yolcu araçlarını saatlerce kızgın güneşin altında veya kışın ayazında bekletirler, sonra da tümünü talan ederlerdi.
Maksat Türklere işkence etmek veya Türkleri yok etmek...
Eeee... Şimdi benzini konuşuyoruz da, şu zamlar sıfır kalır Rumların benzin ve akaryakıt ambargolarından.  O günleri asla ve asla unutmadık.  Bir tanker benzini lütfedip Türk tarafına veren Rumlar, nedense bu işkencelerden zevk alıyorlardı.  O gıdım gıdım verilen benzinden birkaç damla almak için ne büyük benzin kuyrukları oluşurdu, siz bilir misiniz?
Şayet o zor günleri düşünürsek, psikolojik olarak da bu süreci atlatacağız diye düşünüyorum.  Yani anlayacağınız, eski cenerasyon daha bir acı yaşadı.  Ama gelin de “Birleşik Kıbrıs” atına binen efendiler bunları bilmezler ve anlamazlar, onlara anlatın lütfen.
Evet şu anda yaşadığımız ortamın analizini yaparken, yine eski günlere dönerek, insanların ne kadar uzun yollarda bisiklet kullandıklarına bakalım...
Güney’deki Başpiskoposluk binasının hemen ötesindeki İngiliz Okulu da cehennemin ucundaydı.  Lefkoşa’nın bütün bölgelerinden, Türk veya Rum öğrenciler olsun, bisikletle gidip gelirlerdi okullarına.  O zaman da bu kadar araç yoktu ama insanlar daha bir saygılıydı birbirlerine trafiğin ortasında.
Rumların kentleşme planlarını incelemedim ama, sanırım onlar da, AB üyesi ülke olmalarına rağmen, yeterince bisiklet hatlarına sahip değillerdir.
“Sağlık” dedim de, yılların nasıl geçtiğini de sorgulamayız maalesef.  Her gün bir yerlerimizde sızılar oluşur, doktor doktor dolaşırız.
Halbuki sistemli spor yapan insanlar, yaşlanıncaya kadar bu alışkanlıklarını ileri yaşlara kadar sürdürdükleri sürece, pek doktora uğramazlar.  Spor kültürümüz geliştikçe, sağlık sorunlarımız da asgariye  iniyor.
Ne tuhaf bir durum...  Kime sorsanız belfıtığından muzdarip.  Ne oldu yahu bizlere? Ben de dahil binlerce insan belfıtığı tedavisi görüyor.  Bunun kökünde yatan nelerdir?
Şöyle anılarımı kaşıdığımda bazı şeyler geliyor aklıma...
Mesela o mücahitlik yıllarımızda kum torbalarını sırtımıza vurur, Şemsi Kâzım Apartmanı’nın çatısına mevziler yapardık.  Özellikle Şemsi Kâzım Apartmanı ve Saray Otel çatısı, Mangli’nin tepesindeki uçaksavar silahına karşı stratejik olarak hazırlanan noktalardı.
Sözü getirmek istediğim husus şudur.
Bu belfıtıkları, bu sızılar, bu eklem yerlerindeki deformasyonlar boşuna mı geldi buldu bizi.  Bütün bunlar özellikle ileri yaşlardaki insanların zor hayatlarının bir bedelidir diye düşünüyorum.
Unutmayın!  Mutlaka herşeyin bir bedeli vardır.  O kum torbalarının bedeli belfıtığı rahatsızlığına maruz kalışımızdandır elbette.
İşte o bağlamda şu anda içinde bulunduğumuz ekonomik açmazlar, herkesi yeni önlemler almaya yöneltiyor.  Ya aracınızı garaja kilitleyip işinize gücünüze olabildiğince toplu taşımadan yararlanacaksınız, ya da kendinize yeni bir bisiklet alacaksınız.  Şayet eviniz iş yerinize veya gideceğiniz yere çok yakınsa, en güzeli yürümek.
Galiba Prof. Osman Müftüoğlu gibi yazıp çizdim bugün.  
Her ne ise...  Bu yangından kurtulmak için kendinize yeni tedbirler uygulayın ve hem bütçenizi, hem de sağlığınızı koruyun.
Yani elli altmış yıl öncesinin güzel bisikletli yılları nerede?
Daha da kestirmeden, sağlığım el verseydi mutlaka bisiklet kullanırdım, değerli okurlarım.